Müdafalar | Müdafalar | 23
(1-190)
İşte madem, hükümetin tahkikat-ı amikasıyla ve yüzyirmi küsur risalenin bir-iki memurun zulmüne karşı şekva suretinde olan ve intişar edilmeyen bir iki tanesi müstesna, mütebakisinin hedefi iman ve âhiret olduğundan harekat-ı ilmiye ve fikriyesinde ehl-i dünyanın siyasetine de çarpsa ve şiddetli kelimatta bulunsa; şayan-ı afv ve müsamahadır. Risaleler, lisan-ı hal ile "Afvediniz, maksadımız size ilişmek değildir. Hedefimizde yürüyoruz." diyorlar. Eğer risalelerin ekseriyet-i mutlakasının hedefi, siyaset ve hayat-ı dünyeviye olsa idi, o vakit kararnâmede olduğu gibi her kelime üzerinde oynayıp, "bu kelimede ta'riz var" veyahut "menfi duygular var" veyahut "rejime muhalifdir" denilebilirdi.
İkinci Nokta : Düşman bir ecnebinin müthiş bir adamı bir memlekete gelse, onunla temas eden ve dost olan adamlar muaheze edilmediği halde, benim gibi bu vatanın evladı ve bu milletin masum bir ferdi olan bir adamın, onunla temas eden veyahut bir dostluk gösteren her bir mâsum dosta bir kulp takmak ve müttehem vaziyetini vermek, hangi maslahata istinad ettiğini, hangi fikir ile olduğunu hakikaten bilmiyoruz, mütehayyiriz. Eğer farz-ı muhal olarak, bu derece vücudum vatana ve millete zarardır ve benimle temas eden ve dost olan müttehemdir; size ilan ediyorum: Meb'usandan, vükelâdan belki binlerce ma'ruf adamlarınız benimle dostturlar. Acaba bu zatları dostluk yüzünden hapse sevk edecek bir kanun var mı? Bana temas edip dostluğumla ittiham altına alınanlardan daha ziyade dost ve münasebettar Hükümet-i Cumhuriyenin en sâdık me'murları, meb'usları ve vükelâsındandır.
Üçüncü Nokta : Mektuplar, ahbab mâbeyninde muhabbetnâme nev'inden taltifkârâne, mübalâğâlı olduğundan; bazen bir adam, çoban bir dostuna bir paşaya sarf edilecek lakırdıları sarf eder. Bazen bir âdi adam, çok sevdiği bir dostuna kıymetinden yüz derece fazla pâye verir. Cesurca bir kardaşına, Rüstamâne bir kahramanlık verir. Madem ahbab ortasında mektublar böyle böyle mübâlâğalı ve taltif için hakikattan fazla hayal karışır. Benim de bu on sene zarfında kendim yazmadığım, fakat mealini söylediğim mektupların bazı tabiratları, kâtibin mübâlağakârane hissiyatının te'siriyle hilâf-ı vâki' manaları ifade eder. Biz, en ince, nazik muamelata dair şifreli, mizanlı mektup yazmamışız ki; mektubun her bir kelimesi ince elekle ve mizan ile tartılsın. Meselâ : Halil İbrahim'in iştiyak ve ısrarına karşı bir taltif ve doğrutmak için demiştim: Halil İbrahim'e yazınız ki : "Sen istediğin gibi, risaleleri çoklar istiyorlar. Birinci tebyizi tercihan size gönderildi." Bu mektuptan murad : "Sen bizden risaleleri isteme, senin gibi çoklar ister; fakat ben yazdıramıyorum ve veremiyorum. Çünki, kimsem yoktur. Birinci tebyizi yani, kendime ait olan bir tek nüshayı size gönderdim." Hem, mahkemece çok medar-ı bahs olmuş; bir kutu derununda birkaç risale ve bir miktar da zerdali kurusu ona gönderilmişti. O da kimseye vermemiş. Eğer verseydi, gerek taharriyatta ve gerekse ifadelerine müracaat edilen Milaslı adamların ifadelerinde tezahür edecekti. Demek kendime mahsus risalelerimi ona gönderdim. O da kimseye vermemiş, muhafaza etmiş ve elinize geçmiştir.
İşte ne bende ve ne başka dostlarımda o kitapların bulunmadığı delildir ki: Ne ben neşre çalışıyorum ve ne de Halil İbrahim çalışmıştır. İşte sair mektuplar da buna kıyas edilsin ki; bazı mektuplarda neşre ait ibareler Risale-i Nur 'un kendi kendine intişarını alkışlamaktan başka bir şey değldir. Sorgu hakimlerinin ellerinde kırk-elli kitabım bulunduğu halde, yalnız üç-dört risalenin bazı kelimelerine ilişmek suretiyle ve bahs ettikleri ve büyük ve mühim sair risalelerden bahs etmemeleri gösteriyor ki : Nazarlarında zararlı görülen üç-dört risalelerden başka, Risale-i Nur 'un eczaları zararsızdırlar. Madem ki öyledirler. Bazı mektuplar da "Yazınız" ve "yazdırdık" tabiratı mahkemece zararsız görülen risalelere aittir.
Ses Yok