Müdafalar | Müdafalar | 43
(1-190)
İDDİÂNÂMEYE KARŞI İTİRAZNÂMENİN TETİMMESİDİR.
Bu itirazda muhatabım, Denizli Mahkemesi ve müdde-i umumisi değil, belki başta Isparta ve İnebolu müdde-i umumileri olarak, yanlış ve nakıs zabıtnâmeleriyle burada acib iddianâmeyi aleyhimize verdiren garazkâr ve vehham me'murlardır.
Evvelâ, aslı ve faslı olmayan ve hatırıma gelmiyen bir siyasî cemiyet nâmını, mâsum ve siyasetle hiç alâkaları olmayan Risale-i Nur Talebelerine takıp ve dâire içine giren ve îman ve âhiretinden başka hiçbir maksadları bulunmıyan biçareleri, o cemiyetin ya nâşiri, ya fa'al bir rüknü veya mensubu veya Risale-i Nur'u okumuş veya okutmuş veya yazmış diye suçlu sayıp mahkemeye vermek ne kadar adaletin mahiyetinden uzak olduğuna kat'i bir hücceti şudur ki: Kur'an aleyhinde yazılan Doktor Duzi'nin ve sair zındıkların o muzır eserlerini okuyanlara "hürriyet-i fikir ve hürriyet-i ilmiye" düsturiyle bir suç sayılmadığı halde, "hakikat-ı Kur'aniye'yi ve imaniyeyi, öğrenmeye gayet muhtaç ve müştak olanlara güneş gibi bildiren" Risale-i Nur'u okumak ve yazmak bir suç sayılmış. Ve yüzer risâle içinde, yanlış mana verilmemek için mahrem tuttuğumuz ve neşrine izin vermediğimiz iki- üç risalede yalnız birkaç cümlelerini bahane gösterip ittiham etmiş. Halbuki o risaleleri biri müstesna Eskişehir Mahkemesi tetkik etmiş, icabına bakmış. Ve müstesnası ise, hem istidamda hem itiraznâmemde gayet kat'i cevab verildiği.. ve "Elimizde nur var, siyaset topuzu yok!" diye Eskişehir Mahkemesinde yirmi vecihle kat'i isbat edildiği halde, o insafsız müddeiler, üç mahrem ve neşrolmayan risalelerin üç-dört cümlelerini bütün Risale-i Nur'a teşmil eder gibi, Risale-i Nur'u okuyan ve yazanı suçlu ve beni de hükûmet ile mübareze eder diye itham etmişler.
Ben ve bana yakın ve benim ile görüşen dostlarımı işhad ve kasemle temin ederim ki, bu on seneden ziyadedir ki, iki reisten ve bir meb'usdan ve Kastamonu valisinden başka hükümetin erkânını, vükelâsını, kumandanları, me'murları, meb'usları kimler olduğunu kat'iyyen bilmiyorum ve bilmeyi de merak etmemişim. Acaba hiç imkânı var mı ki, bir adam mübareze ettiği adamları tanımasın ve bilmeyi merak etmesin? Dost mu, düşman mı, karşısındakini tanımasına ehemmiyet vermesin?..
Bu hallerden anlaşılıyor ki; bil'iltizam, her halde beni mahkûm etmek için gayet asılsız bahaneleri icad ederler. Mâdem hakikat böyledir, ben de buranın mahkemesine değil.. belki o insafsızlara derim:
Ben sizin bana vereceğiniz en ağır cezanıza beş para kıymet vermiyorum. Ve hiç ehemmiyeti yok! Çünki ben, kabir kapısında, yetmiş yaşındayım. Böyle mazlum ve mâsum bir-iki sene hayatı, şehadet mertebesiyle değiştirmek benim için büyük saadettir. Risale-i Nur'un binler hüccetleriyle katî îmanım var ki, ölüm bizim için bir terhis tezkeresidir. Eğer îdam da olsa, bizim için bir saat zahmet, ebedi bir saadetin ve rahmetin anahtarı olur. Fakat siz, ey zındıka hesabına adliyeyi şaşırtan ve hükümeti bizimle sebebsiz meşgul eden insafsızlar! Kat'î biliniz ve titreyiniz ki : Siz îdam-ı ebedi ile ve ebedi haps-i münferid ile mahkum oluyorsunuz. İntikamımız sizden pek çok ve muzaf bir surette alınıyor görüyoruz, hatta size acıyoruz.
Evet, bu şehri yüz defa mezaristana boşaltan ölüm hakikatının elbette hayattan ziyade bir istediği var. Ve onun idamından kurtulmak çaresi, insanların her mes'elesinin fevkinde en büyük ve en ehemmiyetli ve en lüzumlu bir ihtiyacı zarurîsi ve kat'isidir. Acaba bu çareyi kendilerine bulan Risale-i Nur şâkirdlerini ve o çareyi binler hüccetleri ile bulduran Risale-i Nur'u âdi bahaneleri ile ittiham edenler, ne kadar kendileri hakikat ve adalet nazarında müttehem oluyorlar divaneler de anlar. Bu insafsızları aldatan ve hiç münasebeti olmıyan bir siyasi cemiyet vehmini veren "üç madde" dir.
Birincisi : Eskiden beri benim talebelerim, benim ile kardeş gibi şiddetli alakadar olmalarından bir cemiyet vehmini vermiş.
İkincisi : Risale-i Nur'un bazı şâkirdleri, her yerde bulunan ve cumhuriyet kanunları müsaade eden ve ilişmeyen ve cemaat-i islâmiye hey'etleri gibi hareket etmelerinden bir cemiyet zannedilmiş. Halbuki; o mahdud üç-dört şâkirdin niyetleri cemiyet değil, belki sırf hizmet-i îmaniyede hâlis bir kardeşlik ve uhrevî bir tesânüddür.
Üçüncüsü : O insafsızlar, kendilerini dalâlet ve dünyaperestlikte bildiklerinden ve hükümetin bazı kanunlarını kendilerine müsait bulduklarından, fikren diyorlar ki: Herhalde Said ve arkadaşları, bizlere ve hükûmetin -bizim medenice nâmeşru hevesatımıza müsait- kanunlarına muhalifdirler. Öyle ise : Muhalif bir cemiyet-i siyasiyedirler. Ben de derim :
Hey bedbahtlar! Eğer dünya ebedi olsaydı ve insan içinde dâimi kalsaydı ve insani vazifeler yalnız siyaset bulunsaydı ; belki bu iftiranızda bir mânâ bulunabilirdi. Hem eğer ben siyasetle işe girseydim, yüz risalede on cümle değil... Belki yirmi bin cümleyi, siyasetvâri ve mübarezekârâne bulacaktınız. Hem farz-ı muhal olarak, eğer biz dahi sizin gibi bütün kuvvetimizle dünya maksadlarına ve keyflerine ve siyasetlerine çalışıyoruz, âhiretten haberimiz yok, hile perdesi altında dünya garazları peşinde koşuyoruz diye, ki şeytan da bunu inandırmaya çalışamıyor ve kimseye kabul ettiremez. Haydi, böyle de olsa, madem bu yirmi senede hiçbir vukuatımız gösterilmiyor ve hükümet ele bakar, kalbe bakamaz ve herbir hükümette şiddetli muhalifler bulunur, elbette yine adliye kanunu ile bizleri mes'ul etmezsiniz! Son sözüm:

Said Nursî
Ses Yok