Müdafalar | Müdafalar | 45
(1-190)
Reis Beyefendi, Kararnamede üç madde esas tutulmuş; Birisi : Cemiyettir. Ben buradaki bütün Risale-i Nur Şâkirdlerini ve benimle görüşenleri veya okuyan ve yazanlarını ayniyle işhâd ediyorum, onlardan sorunuz ki, ben hiç birisine dememişim : "Bir cemiyet-i siyâsiye veya cemiyet-i Nakşiye teşkil edeceğiz." Daima dediğim budur : "Biz, imânımızı kurtarmaya çalışacağız. Umum ehl-i iman dahil oldukları ve üçyüz milyondan ziyade efradı bulunan bir mukaddes cemaat-i islâmiyeden başka mabeynimizde medâr-ı bahs olmadığını ve Kur'an'da "Hizbullah" nâmı verilen ve umum ehl-i imânın uhuvveti cihetiyle kendimizi, Kur'an'a hizmetimiz için Hizb-ül-Kur'an Hizbullah dairesinde bulmuşuz. Eğer kararnâmede bu mânâ murad ise, bütün ruhumuzla kemâl-i iftiharla itiraf ederiz. Eğer başka mânâlar murad ise, onlardan haberimiz yoktur! İkinci Madde : Kararnâmenin itirafiyle, Kastamonu zâbıtasının rapor ve tasdikiyle, hiç neşrolunmayacak tarzda odun ve kömür yığınları altında ve mıhlı sandıklarda bulunan ve Eskişehir Mahkemesinin tedkikinden ve tenkidinden geçen ve bir hafif cezayı çektiren ve kat'iyyen mahrem tutulan "Tesettür Risalesi" ve "Hücûmat-ı Sitte ve Zeyli" Risâlesi gibi kitaplardan bazı cümlelerine yanlış mana vererek, dokuz sene evvelki zamana bizi götürüp, cezasını çektiğimiz suç ile mes'ul etmek istiyor. Üçüncü Madde : Kararnâmede kaç yerinde ; "Devletin emniyetini ihlâl edebilir ve yapabilir." gibi tâbirlerle imkânât, vukuat yerinde istimâl edilmiş. Herkes, mümkindir ki bir katl yapsın, bu imkân ile mes'ul olabilir mi? Mevkuf Said Nursî
Efendiler, Her hükûmetin adliyesinin, kanundan başka bir istinadgâhı yoktur. Ve onun adliyesi herbir merkezde aynı kanun ile amel eder. Ve yüz cinayeti bulunan bir adamın dahi, müdafaa hakkı vardır. Ve o hakkından men'edilmez. Ve bu memlekette mâdem Kur'an serbesttir. Kur'an hakikatlarını küfre karşı müdafaa etmek vazifesi yasak edilmedi biliyordum. Habuki, bu altı aydır beni konuşmaktan ve görüşmekten kanunsuz olarak men'ettiler. Ve Eskişehir hapsinde adliye malumatı altında, Müdafaat'tan başka on risale daha te'lif ettim. Ve müteaddit nüshalar yazıldığı halde, bize kanun cihetinde ilişmediler. Burada ise, yeni harf bilmediğimden mecburiyetle eski yazı ile müdafaatımı yazdım. Benim yazım pek nâkıs; herkes okuyamaz diye, başkalarına yazdırdım. Risale-i Nur mes'elesi ise; hem hükûmeti, hem âlem-i İslâm'ı tam alâkadar edecek bir umumi hadise hükmünde bulunmasiyle, hem benim ve arkadaşlarımın -mes'elenin vahdeti haysiyetiyle- bir müdafaanâme ve Risale-i Nur'un mahiyetini gösteren o hakikatları "cerh edilmez" diye isbat eden ve onun bir nev'i müdafaanâmesi hükmünde bulunun "Meyve Risalesi"nin herbirinden üç-dört nüsha yazdırmıştım. Tâ ki, hem burada adliyeye ve Ankara makamatına vereyimBirden onları kanunsuz olarak evrak-ı muzırra gibi elimden aldılar; daha vermediler. Sonra çok yalvardım: "Bize bir makineyi müsaade ediniz, tâ hakkımızı müdafaa edeceğiz." Kanunsuz olarak müsaade etmediler. Ben, mecburiyetle, temas edemediğim arkadaşlar vasıtasıyla yeni harf ile üç nüsha yazdırdım. Biri Ankara Ağır Ceza Mahkemesine ki, evraklarımız ve kitablarımız oraya gönderilmiş. Birisi de reis-i cumhura; diğer biri de, Diyanet İşleri Riyasetine göndermek için hazırladık. Fakat makine ve serbestiyet verilmediği için, el yazısı müşevveş ve noksan ve okunmaz diye, onların okunmasına yardım etmek fikriyle iki alâkadar me'mura söyledik; müsaade yüzü gösterdiler. Mâdem kitablarımız eski harf ile Ankara'ya, mahkemeye gönderildi. Biz dahi yeni harf ile, eski harf ile iki müdafaa göndereceğiz diye, hapishane müdürüne verdik. O da sabahleyin dedi : "Eski harf ile yasaktır. Ben daha bunları size vermem." diye, kanunsuz müsadere etti. Ben dedim : Bütün buradaki arkadaşlarımın müdafaası hükmündedir. Çünkü mes'ele birdir. Herbirinin elinde hakkını müdafaa etmek için bulundurmak, kanunen haklarıdır. Hem madem altı aydan sonra şimdiki makineyi müsaade ettiniz. Tashihli nüshalardan bir nüshayı, makamata verilmek için makine ile yazacağız. Ve bir nüshayı bana veriniz ki, onun ile tashih edeyim diye, çok ısrar ettim. Yalnız bir nüsha bana verdi. Ötekileri müsadere etti, vermedi. Halbuki kendisinin itirafıyla, aynı hakikat olduğunu söyledi. Reis-i cumhura ve ağır ceza mahkemesine ve Meclis-i Meb'usan riyasetine yazılan aynı hakikat bir Müdafaa Risalesini müsadere etmek için dünyada hiçbir kanun olamaz ve ihtimal vermiyorum. Hem aynı mes'elede müşterek adamların ellerinde, o müşterek müdafaanâme bulunmasının yasak olması hiçbir hükûmet kanununda yoktur ve olamaz biliyorum. Biz, böyle hilâf-ı kanun mes'elelere hedef olmuşuz. Şimdiye kadar sabrettik, sabrımız kalmadı!
Said Nursi
Efendiler, Her hükûmetin adliyesinin, kanundan başka bir istinadgâhı yoktur. Ve onun adliyesi herbir merkezde aynı kanun ile amel eder. Ve yüz cinayeti bulunan bir adamın dahi, müdafaa hakkı vardır. Ve o hakkından men'edilmez. Ve bu memlekette mâdem Kur'an serbesttir. Kur'an hakikatlarını küfre karşı müdafaa etmek vazifesi yasak edilmedi biliyordum. Habuki, bu altı aydır beni konuşmaktan ve görüşmekten kanunsuz olarak men'ettiler. Ve Eskişehir hapsinde adliye malumatı altında, Müdafaat'tan başka on risale daha te'lif ettim. Ve müteaddit nüshalar yazıldığı halde, bize kanun cihetinde ilişmediler. Burada ise, yeni harf bilmediğimden mecburiyetle eski yazı ile müdafaatımı yazdım. Benim yazım pek nâkıs; herkes okuyamaz diye, başkalarına yazdırdım. Risale-i Nur mes'elesi ise; hem hükûmeti, hem âlem-i İslâm'ı tam alâkadar edecek bir umumi hadise hükmünde bulunmasiyle, hem benim ve arkadaşlarımın -mes'elenin vahdeti haysiyetiyle- bir müdafaanâme ve Risale-i Nur'un mahiyetini gösteren o hakikatları "cerh edilmez" diye isbat eden ve onun bir nev'i müdafaanâmesi hükmünde bulunun "Meyve Risalesi"nin herbirinden üç-dört nüsha yazdırmıştım. Tâ ki, hem burada adliyeye ve Ankara makamatına vereyimBirden onları kanunsuz olarak evrak-ı muzırra gibi elimden aldılar; daha vermediler. Sonra çok yalvardım: "Bize bir makineyi müsaade ediniz, tâ hakkımızı müdafaa edeceğiz." Kanunsuz olarak müsaade etmediler. Ben, mecburiyetle, temas edemediğim arkadaşlar vasıtasıyla yeni harf ile üç nüsha yazdırdım. Biri Ankara Ağır Ceza Mahkemesine ki, evraklarımız ve kitablarımız oraya gönderilmiş. Birisi de reis-i cumhura; diğer biri de, Diyanet İşleri Riyasetine göndermek için hazırladık. Fakat makine ve serbestiyet verilmediği için, el yazısı müşevveş ve noksan ve okunmaz diye, onların okunmasına yardım etmek fikriyle iki alâkadar me'mura söyledik; müsaade yüzü gösterdiler. Mâdem kitablarımız eski harf ile Ankara'ya, mahkemeye gönderildi. Biz dahi yeni harf ile, eski harf ile iki müdafaa göndereceğiz diye, hapishane müdürüne verdik. O da sabahleyin dedi : "Eski harf ile yasaktır. Ben daha bunları size vermem." diye, kanunsuz müsadere etti. Ben dedim : Bütün buradaki arkadaşlarımın müdafaası hükmündedir. Çünkü mes'ele birdir. Herbirinin elinde hakkını müdafaa etmek için bulundurmak, kanunen haklarıdır. Hem madem altı aydan sonra şimdiki makineyi müsaade ettiniz. Tashihli nüshalardan bir nüshayı, makamata verilmek için makine ile yazacağız. Ve bir nüshayı bana veriniz ki, onun ile tashih edeyim diye, çok ısrar ettim. Yalnız bir nüsha bana verdi. Ötekileri müsadere etti, vermedi. Halbuki kendisinin itirafıyla, aynı hakikat olduğunu söyledi. Reis-i cumhura ve ağır ceza mahkemesine ve Meclis-i Meb'usan riyasetine yazılan aynı hakikat bir Müdafaa Risalesini müsadere etmek için dünyada hiçbir kanun olamaz ve ihtimal vermiyorum. Hem aynı mes'elede müşterek adamların ellerinde, o müşterek müdafaanâme bulunmasının yasak olması hiçbir hükûmet kanununda yoktur ve olamaz biliyorum. Biz, böyle hilâf-ı kanun mes'elelere hedef olmuşuz. Şimdiye kadar sabrettik, sabrımız kalmadı!
Said Nursi
Ses Yok