Müdafalar | Müdafalar | 48
(1-190)
Bununla beraber yüksek ehl-i vukufun insaflı raporları gelinceye kadar, bizim medar-ı ittihamımız olan, "hissiyat-ı diniyeyi âlet edip emniyet-i dahiliyeyi ihlal etmek teşviki" ve "cemiyet kurmak" ve "tarikat gütmek" ve "tedrisat yapmak" esaslarını red ettikleri ve risalelerde ve mektublarda buna dair hiçbir emare bulunmadığına müttefikan karar vermeleri, cumhuriyet hükûmetinin adliyesinin bu ilmî hey'etinin dünyaca yüksek kıymetlerini ve hakikatı hiçbir şeye feda etmediğini gösterdiğinden, ruh-u canımızla onlara hem teşekkür, hem dua ediyoruz.
Raporun sathi birkaç cümlelerine bir küçük izahdır:
Meşihat ve adliyenin yanması münasebetiyle, bir sözüme yanlış mana verilmiş. Şöyleki: Bundan ondokuz sene evvel, haksız bir surette İstanbul'a menfî olarak perişan bir surette gönderildiğim vakit, bir zaman Meşihat'taki Dârü'l-Hikmet'te bulunduğumdan, meşihatti sordum: "Ne haldedir?" Dediler : "Büyük kızların lisesi olmuş." Ben de hiddet ettim. Bir beddua ettim. Hem dedim : "Ya Rab! Meşihat'ı kurtar." O gece Meşihat kısmen yandı. Ben de o münasebetle dedim: "Bazen ateş temizlik yapar. Bu fakir millete beş milyon zarar veren adliyenin yanması da belki inşâallah bir temizliktir; o zarar telafi edilir." dediğim halde, zararımıza bir rıza manası verilmiş.
Hem, bundan otuz sene evvel matbu' "Lemaat" namındaki eserimde, manevi bir meclis-i ruhanide, rü'ya gibi bir vak'ada, ruhaniler benden sormuşlardı, ben de cevab vermiştim. Ezcümle ; "Eski harb-i umumide mağlubiyetinizin hikmeti nedir?" Ben de cevab vermiştim. Bu hadiseden yirmi sene sonra, aynen öyle bir halde ben soruyorum: "Neden bizim hükümet galib tarafı tutmadı; tâ ki Arabistan'ı, Hindistan'ı, Afrika'yı kurtarsın?" Bana o rü'ya gibi vak'ada cevap verdiler ki : "Senin eskiden verdiğin cevabın sana cevabtır" Yani, "eğer galib taraf tutulsa idi, şimdi Avrupa'ya pek yakın olan, bu civarda kolayca tatbik edilen yeni icatlar Harameyn-i Şerifeyn gibi yerlerde dahi müşkilatlar içinde tatbike çalışılmak ihtimaline binâen, kader-i İlâhi mağlubiyetimize fetva verdiği gibi, galib tarafı tutturmadı." diye gayet müteessirane yazıldığı halde; zararımıza ve mağlubiyetimize bir rıza gösterir gibi, bir ibare zannedilmiş.
Bir de cifir ve ebced hesabları, değil yalnız Muhyiddin-i Arabî gibi dahi muhakkiklerin, belki ekser edibler ve ulemâların hususan ehl-i keşfin mabeyninde câri bir medar-ı istihrac ve esrardır. Kur'an-ı Azimüşşan'ın sureleri başındaki mukattaat-ı hurufun bu hesabla münasebeti bulunduğunu, bu Hadis-i Şerif isbat ediyor: Bir zaman Yahudi ulemâsından bir kısmı, Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam'a demişler : "Senin ümmetinin müddeti azdır ki,

  işaret ediyor." Peygamber Aleyhissalâtü Vesselam ferman etmiş ki :

gibi daha çok var." Onlar bu cevabtan sonra susmuşlar... Demek işârât-ı Kur'aniyenin cifir ile münasebeti var. Mâdem Kur'an'ın işârâtı çok tarzlarda, çok cihetlerle oluyor ve var ve muhakkaktır. Ve belağat noktasında, işârâtıyla çok hakâiki ve ahkâmı ifade ediyor. Hadsiz tefsirler ve muhtelif on iki mezheb, O'nun işâratını nazara almışlar. Elbette muntazam kaideleri bulunan ve riyazî hesab nev'inde işârât ile gaybî haberleri, O'nun icâzının yüksek makamına yakışıyor ve Risale-i Nur'un mahrem cüzleri, o işârâtı kaydetmesiyle, hem Kur'an'a hizmet, hem Risale-i Nur Kur'an'ın bir hakiki ve manevi bir mu'cizesi olduğunu isbat etmek cihetiyle ehl-i vukufun takdirine layıktır.
Ses Yok