Müdafalar | Müdafalar | 49
(1-190)
Hem, bir dâvâya, bin emare hükmünde bir işârât bulunsa, o dava sarahat-ı kat'iye derecesinde sübût bulur. Ve o istihraçlara Risale-i Nur'un verdiği ehemmiyet ise, "ihtilal-i rûhiye"den değil, belki tam bir "inkişaf-ı ruhiye" nin eseri olabilir. Bir de cezbeye bir emare, kendimi bir mezar taşı gördüğüm beyan edilmiş. Ben bu muhterem zatların acelelik ile verdikleri hükümlerine, otuz sene evvel söylediğim bu fıkrayı tekrar ediyorum:
Yıkılmış bir mezarım ki, yığılmıştır içinde Saidden altmışdokuz emvat bâ-âsâm âlâmâ Yetmişinci olmuştur o mezara, bir mezartaş; beraber ağlıyor hüsrân-ı İslâm'a Ümidim var ki, istikbal semâvâtı, zemin-i Asya, bâhem olur teslim yed-i beyzâ-i İslâm'a Zira, yemin-i yümn-ü imândır; verir emn-i emân-ü emniyeti enâma Hem cezbeye bir emare olarak, kedisinin "Ya Rahim" dediğini işitmesini beyan etmişler. Buna cevaben lâtif bir vak'ayı beyan ediyorum: Bir vakit, "Kedilere niçin mübarek denilmiş? Halbuki insana karşı sadâkâtı yok, bir canavar görünüyorlar." dediğimin gecesinde, kedi yavrusundan birisi yastığıma gelip, ağzını kulağıma yapıştırıp: "Ya Rahim, yâ rahim" deyip taifesine karşı tahkirimi yüzüme vurdu. Mânen : "Biz her iyiliği Rahim'den biliyoruz. İt gibi esbaba perestiş etmiyoruz. Onun için bize mübarek, onlara pis denilmiş." diye, hatırıma geldi. Sabahleyin bana hizmet eden Hâfız Tevfik, Süleyman, Abdullah Çavuş, Merhum Hâfız Ahmed ve merhum Mustafa Çavuş gibi daha başkaları yanıma geldiler. Vak'ayı söyledim. Abdurrahim namını alan bir yaşındaki o kediyi okşadım. Onlar aynen benim gibi, "Ya Rahim, yâ Rahim " dediğini Abdurrahim'den işittiler. Sonra başka kedilere baktık. Onların da "mırmırları" dikkat ile dinlenilse "Yâ Rahîm" dir; fakat Abdurrahim gibi sarih değildirler.
Yalnız bir noktada Risale-i Nur'a bir haksızlık olduğu cihetiyle hatırlatmak lazımdır. Şöyleki : Muhterem ehl-i vukufun yüzyirmiyedi ilmî risaleri tam takdir ile vâkıfâne olduğunu beyan ettikleri yerde, yalnız üç küçük mahrem risalelerin gayr-ı ilmî ve şaşırtıcı ve anormal olmadığı bir halde, olmasına mukabil tutmaları doğru değildir. Risale-i Nur'un yüzyirmiyedi ilmî risalesinin onlarca musaddak yüksek kıymetlerine ve binler hakikatlarına karşı, üç dört risalenin onlarca şaşırtıcı üç-dört mes'eleleri mukabil tutulmaz diye, o zatlara hatırlatıyorum.
Hem bir kardaşımız, bir hadisin hükmüyle ve Mevlânâ Hâlid'in (K.S.) hayatının dört cihetle bu biçare Said'in hayatıyla tevafuk etmesiyle "Risale-i Nur dahi Mevlânâ Hâlid (K.S.) gibi bir müceddittir." diye beyanı, benim benliğime ve şahsıma ve şahsiyetime verilmiş. Halbuki ben, bütün arkadaşlarımı işhad ediyorum ki; ben, benlik peşinde koşmuyorum ve red ediyorum. Ve bana, şahsıma karşı ziyada hüsn-ü zan edenleri men'edip, hatırlarını çok def'a kırıyorum.
Teşekkürün bir tetimmesidir. Muhterem ehl-i vukufun raporunda, medar-ı nazar olmuş ve itiraz edilmiş : "Risale-i Nur Şâkirdleri ehl-i cennet olacakları ve imân ile kabre girecekleri" cihetidir. Aşere-i Mübeşşere'den başka şahsıyla ve ismiyle bu fazilete kimse yetişemez." diye bir nev'i itirazlarına karşı deriz: Bu mes'elede şahıs, ismiyle tayin edilmemiş, yalnız kuvvetli işaretlerle "imân ve amel-i salih sahibleri ehl-i cennettir." dedikleri misillû Risale-i Nur'un, şeytanları dahi susturan imân-ı tahkiki dersini alan şâkirdleri, imân ile kabre gireceklerine kuvvetli emarelerle hükmedilse, elbette medar-ı itiraz olamaz. Hem o zatlar acelelik cihetiyle Risale-i Nur'a kerametleri bana isnad oluyor diye, medar-ı tenkid ederek demişler : "Bir veli keramet dâvâ edemez."
Elcevab : O pek çok hâdiseler kerametler değil belki ikramlardır. İkram ise, izharı bir şükürdür. Hem onlar benim değil. Ve benim hiçbir cihetle o kerametlere liyakatım olmadığını, bütün kardaşlarıma mükerreren söylemişim ve yazmışım. Belki, binden ziyade olan o vakalar, Kur'an'ın mu'cize-i mâneviyesi olan Risale-i Nur'un makbuliyetine dair Kur'an'ın i'câz-ı mânevisinden tereşşüh etmiş, Risale-i Nur'un ikram nev'inden kerametleridir. Benim ne haddim var ki, onlara sahib çıkayım. Said Nursî
Ses Yok