Müdafalar | Müdafalar | 54
(1-190)
Amma ehl-i Kıble'nin tekfiri hakkındaki sehivleri ise; hem Risale-i Nur'u hem benimle temas edenleri işhad ediyorum ki, benim eskiden beri mesleğim hüsn-ü zandır. Değil tekfir, belki mümkün olduğu kadar müslümanları tekfir vartalarından kaçırmışım. Mezheb-i Hanefî'de sebeb-i küfür gösterilen çok maddeler, mezheb-i Şâfiî'de yalnız kebair sayıldığı cihetle, ben hüsn-ü zan etmeye mezhebimce mükellefim. Hanefi ulemâsından -mezhebce- daha ziyade tekfirden çekiniyorum. Hususi ve muayyen insanlara tam sarih küfür görünmezse 'kafir' diyemeyiz. Ve Risale-i Nur'da ; "Ey mülhidler! Ey zındıklar!..." dediğim vakit, muhatablarım ise, gizli ve İslâmiyet'in ifsadını ve mü'minlerin imanını bozmayı hedef ittihaz eden ve bazen hükümetin bazı erkânını iğfal edip, bizi böyle belalara sokan ve otuz seneden beri benimle mücadele eden, şahsen bilmediğimiz bir kısım münafıklardır.
Yine aynı sahifede : "İstanbul ulemâsından bazıları Said'in hareketini beğenmediklerinden, 'kezzab' dediklerinden, onlara ve Seyyid Abdülhakim'e, şâkirdleriyle beraber ölüm duası yaptıklarından... Halbuki müslümanlıkta ölüm duası yapılmaz."
Elcevab : Hâşâ! İstanbul ulemâsı, başta merhum Fetva Emini Ali Rıza olarak bütün âlimleri Risale-i Nur'a karşı takdirkârâne bakmışlar. Hiç birine karşı bedduâmız yoktur, hürmetimiz var. Yalnız bizim gizli ve dinsiz düşmanlarımız her nasılsa bir münasebetle çok ihtiyar, merhum Abdülhakim'e hulûl edip, ihtiyarlığından ve taassubundan istifade ederek, Risale-i Nur şâkirdlerinin aleyhine çirkin bir söz söylettirmişler. Biz işittik. Onun tesiriyle bize epey zarar oldu. Şâkirdler ölümüne bedduâ etmek istediler. Ben dedim : "Siyâdetine ve ihtiyarlığına hürmeten, yapmayınız." Yaptırmadık. Tâ o vakit helâl ettik. Hattâ şimdi ben, en yakın dostum gibi, hayırlı dualarıma teşrik etmişim.
Onuncu Sehiv : Hem aynı sahifede : "İki türlü deccal ve süfyan diye, zaruriyat-ı diniyeden olmayan bunlarda 'icma var' diyor. İnanmayanlara 'zındık, dinsiz, mülhid' hükmünü veriyor. Halbuki mehdî,deccal, süfyan gibi şeyler Kur'an'da yoktur, icma'da yoktur. Yalnız Taftazânî : 'Bunlar gayr-ı mümkün şeyler olmadığından bu bâbda rivayet edilen hadisleri kabul ederiz.' demiş. Hem İmam-ı Mahfî ve Mehdi-i Muntazar, batıl olduğuna ehl-i Sünnet'in ittifakı var."
Elcevab : Acelelik sebebiyle gayet sathî bir surette yüzer risaleden ziyade kitaplar tedkik edilmeden, bir mahrem risalenin bir ibaresinden böyle bir hüküm isnad etmelerini o müdakkik zatlara yakıştıramıyoruz.
Evvelâ : Taftazanî, âhirzaman hâdisâtı hakkında değil, belki hadisat-ı uhreviyyeden bir acîb kısım hakkında o sözleri Şerhü'l-Makâsıd'da yazmış.
Sâniyen : Risale-i Nur'dan mahrem bir cüz'ü; "İki deccala inanmayan dinsizdir" demiyor. Hem deccalın hurucu bütün akîde-i İslâmiye kitaplarında mezkûrdur, icmâ'a mazhardır. Mehdî ve süfyan mefkûresi ise, ümmet içinde gayet esaslı bir tarzda ve ehemmiyetli bir hikmete binaen cereyan edip, gelmiş. Adeta ümmetçe telakkî-i bi'l-kabul nev'inde bir medar-ı tesellî olarak her asırda Âl-i Beyt-i Nebevî'den bir hidayetkâr imdada yetişmesi tesellisi ile devlet-i süfyâniyede ve Emeviye'de eski zamanda Yezid ve Velid gibi süfyan mânasını veren hâkimlere karşı dayanmak için her asrın ihtiyacı bu mefkûreyi idame etmiş. Ve bu hakikatı cüz'i-küllî her asır gösterdiği gibi bu asır da bir derece göstermiş diye Risale-i Nur'un beyanatı hiç bir cihetle hakâik-i İslâmiye'ye münâfâtı yoktur. Fakat Hanefî ulemâsından bir kısmı ulemâ-yı Hanefiyye sâir mezhebler gibi, mehdî ve süfyan hâdiselerine akîde noktasında bakmıyorlar. Risale-i Nur'un üstadlarından bir üstadı İmam-ı Gazalî ve birisi de Abdülkâdir-i Geylâni'dir (fakat tarikat cihetinde değil, hakikat cihetinde) ve birisi de, en başta İmam-ı Ali (R.A.) olmasından, onların ittifak ettikleri mes'eleler elbette ma'den-i Risâlet'ten alınmıştır, diye Risale-i Nur kabul etmiş. Ve İmam-ı Ali (R.A.) kasidesinde süfyana "İslam Deccâlı" namını vermesi, bize bir hüccet hükmüne geçmiş. Yalnız Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği hadisten başka, pek çok imamlar ve büyüklerden gaybî ihbarlar vardır. Ve vaki-i hal, vukuâtıyla tam tasdik ediyor.
Hem ehl-i Sünnet'çe batıl olan Mehdi-i Muntazar budur ki; "Şiîlerin bir kısmı; Oniki İmam'dan birisi ölmemiş, bin senedir gizlidir, sonra meydana çıkacak, dünyayı ıslah edecek. Mehdi-i Muntazar budur." Ehl-i Sünnet bu fikre 'bâtıldır' der. Yoksa Ehl-i Sünnet'in, ekseriyetçe kabulu olan ve intizar edilen Muhammed Mehdi hakkında hadisler var. ulemâların fikirlerini kabul etmediklerinin hikmeti şudur: Âhirzamanda dinsizlik cereyanına karşı mukabele etmek, ancak İsevî'nin hakiki dini, hakikat-ı Kur'ân'la ittihad ederek; Kur'ân ise esas ve imam olup, İsevî dini ona tabi olacağına işareten bir rivayette var ki; "İsâ gelir, namazda Mehdi'ye iktida eder." Eğer o kısım ulemâların fikri gibi olsa, o halde İsevîlik esas ve imam olması lâzım geliyor. Muhterem ehl-i vukufun bir kısım sehivleri, teşekkürnâmede dahi beyan edilmiştir. Ben kasemle temin ediyorum ki, eğer bazı ehl-i imana zarar gelmese idi, hakkımızda ağır şerait altında insaflı hareket eden bu muhterem ehl-i vukuf'un isnad ettikleri bütün kusur ve hataları nefsime kabul edecektim. Fakat iman hizmeti beni mecbur eyledi.
Muhterem ehl-i vukuf, Saîd'de iki halet-i ruhiye bulmuşlar: Birisi, normal hayatı deyip, yüzde doksan kemal-i takdirde, beğendikleri risaleleri o normal hayatına isnad ediyorlar. Diğer haleti, cezbe ve ihtilal-i ruhî hâletidir. Ve ona da, beş-on küçük, mahrem ve yarım mahrem ve zulme karşı hiddet mektuplarını veriyorlar. Hakikat ise; Fikrimin hüneri ve ilmimin eseri olmadığına işareten bir ihsan-ı ilâhidir ki, o normal dedikleri halinde değil, belki gayr-ı normal halinde en mükemmel eserler yazılmış. Hatta ben ve telif zamanında beraberimdekiler biliyoruz; ve en hastalıklı ve sıkıntılı ve heyecanlı ve ihtilal-i ruhiyede yazılan risaleler çok mükemmel ve süratli oluyordu. Elhasıl : Normal hayatım, Risale-i Nur hakkında gayr-ı normaldir ve gayr-ı normal ise, normaldir. 31 Mayıs 1944 Denizli Cezaevinde Mevkuf Said Nursî
Yine aynı sahifede : "İstanbul ulemâsından bazıları Said'in hareketini beğenmediklerinden, 'kezzab' dediklerinden, onlara ve Seyyid Abdülhakim'e, şâkirdleriyle beraber ölüm duası yaptıklarından... Halbuki müslümanlıkta ölüm duası yapılmaz."
Elcevab : Hâşâ! İstanbul ulemâsı, başta merhum Fetva Emini Ali Rıza olarak bütün âlimleri Risale-i Nur'a karşı takdirkârâne bakmışlar. Hiç birine karşı bedduâmız yoktur, hürmetimiz var. Yalnız bizim gizli ve dinsiz düşmanlarımız her nasılsa bir münasebetle çok ihtiyar, merhum Abdülhakim'e hulûl edip, ihtiyarlığından ve taassubundan istifade ederek, Risale-i Nur şâkirdlerinin aleyhine çirkin bir söz söylettirmişler. Biz işittik. Onun tesiriyle bize epey zarar oldu. Şâkirdler ölümüne bedduâ etmek istediler. Ben dedim : "Siyâdetine ve ihtiyarlığına hürmeten, yapmayınız." Yaptırmadık. Tâ o vakit helâl ettik. Hattâ şimdi ben, en yakın dostum gibi, hayırlı dualarıma teşrik etmişim.
Onuncu Sehiv : Hem aynı sahifede : "İki türlü deccal ve süfyan diye, zaruriyat-ı diniyeden olmayan bunlarda 'icma var' diyor. İnanmayanlara 'zındık, dinsiz, mülhid' hükmünü veriyor. Halbuki mehdî,deccal, süfyan gibi şeyler Kur'an'da yoktur, icma'da yoktur. Yalnız Taftazânî : 'Bunlar gayr-ı mümkün şeyler olmadığından bu bâbda rivayet edilen hadisleri kabul ederiz.' demiş. Hem İmam-ı Mahfî ve Mehdi-i Muntazar, batıl olduğuna ehl-i Sünnet'in ittifakı var."
Elcevab : Acelelik sebebiyle gayet sathî bir surette yüzer risaleden ziyade kitaplar tedkik edilmeden, bir mahrem risalenin bir ibaresinden böyle bir hüküm isnad etmelerini o müdakkik zatlara yakıştıramıyoruz.
Evvelâ : Taftazanî, âhirzaman hâdisâtı hakkında değil, belki hadisat-ı uhreviyyeden bir acîb kısım hakkında o sözleri Şerhü'l-Makâsıd'da yazmış.
Sâniyen : Risale-i Nur'dan mahrem bir cüz'ü; "İki deccala inanmayan dinsizdir" demiyor. Hem deccalın hurucu bütün akîde-i İslâmiye kitaplarında mezkûrdur, icmâ'a mazhardır. Mehdî ve süfyan mefkûresi ise, ümmet içinde gayet esaslı bir tarzda ve ehemmiyetli bir hikmete binaen cereyan edip, gelmiş. Adeta ümmetçe telakkî-i bi'l-kabul nev'inde bir medar-ı tesellî olarak her asırda Âl-i Beyt-i Nebevî'den bir hidayetkâr imdada yetişmesi tesellisi ile devlet-i süfyâniyede ve Emeviye'de eski zamanda Yezid ve Velid gibi süfyan mânasını veren hâkimlere karşı dayanmak için her asrın ihtiyacı bu mefkûreyi idame etmiş. Ve bu hakikatı cüz'i-küllî her asır gösterdiği gibi bu asır da bir derece göstermiş diye Risale-i Nur'un beyanatı hiç bir cihetle hakâik-i İslâmiye'ye münâfâtı yoktur. Fakat Hanefî ulemâsından bir kısmı ulemâ-yı Hanefiyye sâir mezhebler gibi, mehdî ve süfyan hâdiselerine akîde noktasında bakmıyorlar. Risale-i Nur'un üstadlarından bir üstadı İmam-ı Gazalî ve birisi de Abdülkâdir-i Geylâni'dir (fakat tarikat cihetinde değil, hakikat cihetinde) ve birisi de, en başta İmam-ı Ali (R.A.) olmasından, onların ittifak ettikleri mes'eleler elbette ma'den-i Risâlet'ten alınmıştır, diye Risale-i Nur kabul etmiş. Ve İmam-ı Ali (R.A.) kasidesinde süfyana "İslam Deccâlı" namını vermesi, bize bir hüccet hükmüne geçmiş. Yalnız Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği hadisten başka, pek çok imamlar ve büyüklerden gaybî ihbarlar vardır. Ve vaki-i hal, vukuâtıyla tam tasdik ediyor.
Hem ehl-i Sünnet'çe batıl olan Mehdi-i Muntazar budur ki; "Şiîlerin bir kısmı; Oniki İmam'dan birisi ölmemiş, bin senedir gizlidir, sonra meydana çıkacak, dünyayı ıslah edecek. Mehdi-i Muntazar budur." Ehl-i Sünnet bu fikre 'bâtıldır' der. Yoksa Ehl-i Sünnet'in, ekseriyetçe kabulu olan ve intizar edilen Muhammed Mehdi hakkında hadisler var. ulemâların fikirlerini kabul etmediklerinin hikmeti şudur: Âhirzamanda dinsizlik cereyanına karşı mukabele etmek, ancak İsevî'nin hakiki dini, hakikat-ı Kur'ân'la ittihad ederek; Kur'ân ise esas ve imam olup, İsevî dini ona tabi olacağına işareten bir rivayette var ki; "İsâ gelir, namazda Mehdi'ye iktida eder." Eğer o kısım ulemâların fikri gibi olsa, o halde İsevîlik esas ve imam olması lâzım geliyor. Muhterem ehl-i vukufun bir kısım sehivleri, teşekkürnâmede dahi beyan edilmiştir. Ben kasemle temin ediyorum ki, eğer bazı ehl-i imana zarar gelmese idi, hakkımızda ağır şerait altında insaflı hareket eden bu muhterem ehl-i vukuf'un isnad ettikleri bütün kusur ve hataları nefsime kabul edecektim. Fakat iman hizmeti beni mecbur eyledi.
Muhterem ehl-i vukuf, Saîd'de iki halet-i ruhiye bulmuşlar: Birisi, normal hayatı deyip, yüzde doksan kemal-i takdirde, beğendikleri risaleleri o normal hayatına isnad ediyorlar. Diğer haleti, cezbe ve ihtilal-i ruhî hâletidir. Ve ona da, beş-on küçük, mahrem ve yarım mahrem ve zulme karşı hiddet mektuplarını veriyorlar. Hakikat ise; Fikrimin hüneri ve ilmimin eseri olmadığına işareten bir ihsan-ı ilâhidir ki, o normal dedikleri halinde değil, belki gayr-ı normal halinde en mükemmel eserler yazılmış. Hatta ben ve telif zamanında beraberimdekiler biliyoruz; ve en hastalıklı ve sıkıntılı ve heyecanlı ve ihtilal-i ruhiyede yazılan risaleler çok mükemmel ve süratli oluyordu. Elhasıl : Normal hayatım, Risale-i Nur hakkında gayr-ı normaldir ve gayr-ı normal ise, normaldir. 31 Mayıs 1944 Denizli Cezaevinde Mevkuf Said Nursî
Ses Yok