Müdafalar | Müdafalar | 56
(1-190)
Bu yüksek ehl-i vukufun raporuna bakmayarak eski ve müşevveş, nâkıs rapora bina edip acib tarzlarda bizi ittiham etmesinden hakikaten fevkalhad müteessir bulunmaktayız. Bu yüksek mahkemenin müsellem insaflarına elbette yakıştırmayız. Hatta (temsilde hata olmasın) bir bektaşiye "Ne için namaz kılmıyorsun?" demişler. "Kur'an'da “La tegrabüs salate”
var demiş. Ona demişler : "Bunun arkasını da oku; yani “ve entüm sükera”yı da oku" denildiğinde, "Ben hâfız değilim." demiş olması kabilinden, Risale-i Nur'un bir cümlesini tutup o cümleyi tadil ve neticeyi beyan eden âhirini nazara almıyarak aleyhimizde hüküm verilmektedir. Takdim edeceğim müdafaanâmemde, o iddianâmeye karşı mukayese edildiğinde bunun otuz-kırk misali görülecektir. Bu nümunelerden lâtif bir vakıayı beyan ediyorum. Eskişehir mahkemesinde makam-ı iddia nasılsa bir sehiv neticesi, Risale-i Nur'un imân derslerine "Halkları ifsad ediyor" gibi bir tabir kullanmış ve sonrada o tabirden vazgeçildiği halde, Risale-i Nur Şakirdlerinden Abdürrezzak namında bir zat mahkemeden bir sene sonra demiş: "Hey bedbaht! Otuzüç âyât-ı Kur'aniyenin işâratının takdirine mazhar ve İmam-ı Ali (RA) üç kerametinin ihbarı gaybisiyle ve Gavs-ı A'zam'ın (K.S) kuvvetli bir tarzda ihbariyle kıymet-i diniyesi tahakkuk eden ve bu yirmi sene zarfında idareye hiçbir zararı dokunmayan ve hiçbir kimseye zarar vermemesi ile beraber.. binler vatan evladlarını tenvir ve irşad eden ve imanlarını kuvvetlendiren ve ahlâklarını düzelten Risale-i Nur'un irşadlarına "ifsâd" diyorsun. Allah'tan korkmuyorsun, dilin kurusun!" demiş.
Şimdi, bu Şâkirdin haklı olan bu sözünü makam-ı iddia gördüğü halde, "Said, etrafına fesat saçmış" tâbirini insafınıza ve vicdanınıza havale ediyorum. Makam-ı iddia, Risale-i Nur'un içtimai derslerine ilişmek fikriyle, "Dinin tahtı ve makamı, vicdandır; hükme, kanuna bağlanmaz. Eskide bağlanmasıyle içtimai keşmekeşlikler olmuştur," dedi. Ben de derim ki: "Din yalnız iman değil, belki amel-i sâlih dahi dinin ikinci cüz'üdür. Acaba katl, zina, sirkat, kumar, şarab gibi hayat-ı içtimaiyeyi zehirleyen pek çok büyük günahları işliyenleri onlardan men'etmek için, yalnız hapis korkusu ve hükûmetin bir hafiyesinin görmesi tevehhümü kâfi gelir mi? O halde; her hânede, belki herkesin yanında dâima bir polis, bir hafiye bulunması lâzım gelir ki, serkeş nefisler kendilerini o pisliklerden çeksinler. İşte Risale-i Nur, amel-i salih noktasında, iman cânibinden, herkesin başında bir mânevi yasakçıyı bulundurur. Cehennem hapsini ve gazab-ı İlâhiyi hatırına getirmekle fenalıktan kolayca kurtarır." Hem, makam-ı iddia bir risâlenin güzel ve fevkalâde kerametkârane bir tevafukunun imza edilmesiyle "Bir cemiyet efradı" diye mânasız bir emare beyan etmiş. Acaba esnafların, hancıların defterlerinde bulunan bu nevi imzalara cemiyet namı verilebilir mi? Eskişehir'de aynı böyle bir vehim oldu. Cevab verdiğim ve Mu'cizat-ı Ahmediyye risâlesini gösterdiğim zaman taaccüble karşıladılar. Eğer mabeynimizde dünyevi bir cemiyet olsaydı, bu derece benim yüzümden zarar görenler, elbette kemâl-i nefretle benden kaçacak idiler. Demek benim ve bizim İmam-ı Gazali ile irtibatımız var, kopmuyor; çünki uhrevîdir, dünyaya bakmıyor; aynen öyle de; bu masum ve sâfi ve hâlis dindarlar, benim gibi bir biçâreye îmânî derslerin hatırı için kuvvetli bir alâka göstermişler. Ondan bu asılsız, mevhum bir cemiyet-i siyasiye vehmini vermiş. Son sözüm :
Mevkuf, haps-i münferidde Said Nursi
Ses Yok