Müdafalar | Müdafalar | 59
(1-190)
HÂTİME Yeni Said, dünyadan yüzünü çevirdiği için ehl-i dünya ile, siyasiler ile konuşmayı ve müdafaayı mecburiyet-i kat'iye olmadan yapmıyor ve lüzum görmüyor. Fakat bu meselede çok masum rençber adamlar bizimle az münasebetiyle tevkif edilerek, iş zamanında çoluk çocuklarına nafaka tedarik edemediklerinden şiddetle rikkatime dokundu, derinden derine beni ağlattırdı. Eğer mümkün olsa idi, onların bütün zahmetlerini kendim alırdım. Zaten bir kusur varsa benimdir.
İşte bu hâlet-i ruhiye içinde, Yeni Said'in sükûtuna rağmen Eski Said diyor ki: Mâdem Isparta müdde-i umumisinin yüzer lüzumsuz süallerine, bîçare Yeni Said cevab veriyor. Ben de Isparta Mahkemesinden değil, belki dokuz sene evvel başta Şükrü Kaya olarak Dahiliye Vekaletinden ve şimdiki Adliye Vekaletinden, hukukumuzu müdafaa etmek niyetiyle üç sual sormak hakkımızdır.
Birincisi : Risale-i Nur Talebesi olmayan ve yanında yalnız âdi bir mektub bulunan Eğridirli bir adamın, jandarma çavuşu ile vukuatsız bir münakaşa-i lisaniyesi bahanesiyle, beni ve yürzyirmi adamı tevkif ile dört ay mahkeme tedkikinden sonra onbeş biçareden başka bütün beraet kazanmakla, masumiyetleri tahakkuk eden yüzden ziyade adamlara binler lira zarar vermek, hangi kanun iledir? İmkanatı, vukuat yerinde isti'mal etmek adâletin hangi düsturuyladır?
İkincisi
“vela teziru vaziratün vizra uhra” ferman-ı esası ile, bir kardaşın hatasıyla diğer öz kardaşı mes'ul olmadığı halde; yanlış mana verilmemek için, neşrini kat'iyyen men'ettiğim (1) ve sekiz sene zarfında bir veya iki def'a elime geçen (2) ve aynı vakitte kaybettirilen (3) ve yirmibeş sene evvel aslı yazılan (4) ve ehemmiyetli noktalarda imânî şüphelerden (5) ve manaları anlaşılmayan bir kısım müteşabih hadisleri inkardan kurtaran (6) bir küçük risalenin bizden uzak bir yerde (7)... bilmediğimiz bir adamda (8) bulunmasıyla ve yanlış mâna verilmesiyle, bizleri bu Ramazan-ı Şerif'te ve otuzkırk masum, rençber ve esnafları hatta âdi ve eski bir mektub ile ve on sene evvel bize bir dostluğu münasebetiyle tevkif edip, perişan etmek (9) ... ve maddeten ve mânen, onlara ve vatana ve millete lüzumsuz bir evham yüzünden binler zarar vermek (10) hangi adâlet kanunu iledir?... Adliyenin hangi madde-i kanuniyesi iledir? Ayağımızı yanlış atmamak için o kanunları bilmek isteriz.
Evet bu tevkifimizin bir sırrının bir hakikâtı şudur ki: Bir kısım hadislerin manası ve te'vili bilinmemesinden, akıl kabul etmiyor diye inkar edenlere karşı, avamın imânlarını kurtarmak fikriyle çok zaman evvel Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiye'de iken aslı yazılan Beşinci Şua -farz-ı muhal olarak- dünyaya ve siyasete baksa da ve bu zamanda yazılsa da mâdem gizlidir (1) ve neşredilmiyor (2) ve taharriyatta bizde bulunmadı (3) ve gaybi haberleri doğrudur (4) ve imânî şüpheleri izale eder (5) ve âsâyişe dokunmuyor (6) ve mübereze etmiyor (7) ve yalnız ihbar eder (8) ve şahısları tayin etmiyor (9)... ve ilmî bir hakikatı, küllî surette beyan eder (10)... elbette o küllî hakikat-ı hadisiyye bu zamanda dahi bir kısım şahıslara mutabık çıksa ve münakaşaya sebeb olmamak için tam mahrem tutulsa (11).. adâlet cihetinde hiçbir vecihle suç teşkil etmez (12)..
Hem, birşeyi reddetmek ayrıdır ve ilmen kabul etmemek veya amel etmemek bütün bütün ayrıdır. O risale, yakın bir istikbalde gelecek rejimi ilmen kabul etmiyor diye, bir suç olduğuna dair dünyada adliyelerin bir kanunu bulunduğuna hiçbir ihtimal vermiyoruz.
Üçüncü Sual : Bir mektubun yirmi kelimesinde, beş kelime kusurlu görülse, o beş kelime sansür edilir; mütebâkisine izin vermek bir düstur-u umumî iken, Eskişehir Mahkemesinin dört ay tedkikten sonra yüzbin kelime içinde, zahiri nazarda zararlı tevehhüm edilen yalnız onbeş-yirmi kelimeden başka bulmamasıyla ve şimdiye kadar yüzbinler adamın ıslahına vesile olmasıyla vatana ve millete bin büyük menfaati tahakkuk eden Risale-i Nur'a küçük bir hizmet yapan ve kendi imânını kurtardığı için bir risalesini yazan; hatta Abdullah Çavuş gibi onbeş sene evvel yalnız şahsıma yemek pişirmek gibi sırf rıza-yı İlahi için hizmet eden biçareleri, bu iş mevsiminde taht-ı tevkife almak, hükûmet-i Cumhuriye'nin hangi prensibiyle kâbil-i tevfik olabilir? Ve hangi kanunu müsaade etmeğe imkan var?
Mâdem cumhuriyet prensibleri, hürriyet-i vicdan kanunuyla dinsizlere ilişmiyor. Elbette mümkün olduğu kadar dünyaya karışmayan ve ehl-i dünya ile mübareze etmeyen ve âhiretine ve imânına ve vatanına dahi, nâfi' bir tarzda çalışan dindarlara ilişmemek gerektir ve elzemdir. Bin seneden beri bu milletin gıda ve ilaç gibi bir hâcât-ı zaruriyesi olan takvayı ve salâhatı bu mazhar-ı enbiya olan Asya'da hüküm eden ehl-i siyaset yasak etmez ve edemez biliyoruz.
Yirmi seneden beri münzevî yaşayan ve yirme sene evvelki Said'in kafasıyla sorduğu suallerde, bu zamanın tarz-ı telakkisine uygun gelmeyen kusurlarına bakmamak insaniyetin muktezasıdır.

derim.
Mevkuf Said Nursî
Ses Yok