Müdafalar | Müdafalar | 61
(1-190)
Acaba hakikat-ı imaniye ve Kur'aniye ve âhiret ve ihtiyarlık mevzularını güneş gibi gösteren ve kırk seneden beri Risale-i Nur'un bir şakirdi olan Said, o hakikatlarla dahili ve harici feylesoflara karşı mukabele edip, galebe çaldığı halde ve saadet-i dünyeviyenin dahi, saadet-i uhreviye gibi o hakikat dersleriyle olduğunu kat'i güneş gibi isbat edip, elli bin ehl-i dikkate kendini kabul ettiren Risale-i Nur'un bu ilmî derslerine, "basit ruhları aldatan bir hile adamı.." yani, avlamak ağı nazarıyla bakmak, ne kadar hakikat-ı ilmiyeye ihanet olduğunu mahkeme-i âliyenize havale ediyorum. 6-"Cifir ilmine nazaran aslı olmayan şeyleri, zavallıların gözlerini boyamak mahiyetinde (ki, Kur'an tarafından müjdelenen) deccal ve mehdi efsanesi ve âhirzaman fitnesi, bu risalenin telkinleri..." diye, neşr olunmayan ve mahrem tutulan ve hadis-i sahih ile ve icma'-ı ümmetle sâbit bir hakikat-ı İslâmiye olan hurûc-u deccal ve âhirzaman fitnesine, "efsane" diyerek, "zavallıların gözlerini boyuyor" demek, o kadar ruh-u adaletten ve tedkikten hariç bir hükümdür ki , cevab vermeye değmiyor.
Demek perde altında , hadis-i sahiheyi -Neûzubillah-efsane tabiriyle yâd ediyorlar. 7-"Said eğer mehdiliğini ortaya atarsa, talebelerine kabul ettirebilecek. Kararıp, körleşmiş olan bu zavallıların, Said'e derece-i irtibatları, körlük ve cehalet eseri..." demeleri, öyle bir iftira ve öyle bir haksızlık ve öyle bir garazkârlıktır ki, tarif edemem. Ben, bütün talebelerimi ve arkadaşlarımı işhâd ediyorum ki: Esas-ı mesleğimiz; enaniyeti, hubb-u câhı, şân ve şerefi bırakmaktır. Mabeynimizde yalnız bir kardaşlık var. Ben kendimi, onların nazarında bu mesleği muhafaza etmek için, hiçbir vakit böyle hodfuruşâne benlikler ve enaniyetler hayalime gelmedi ve gelmiyor.
Ben, seyyid değilim. Mehdi ise, Âl-i beyt-i Nebevî'den olacak. Hem Risale-i Nur'un gayet müdakkik ve âlim şakirdlerinin, aynı hakikatı gayet kat'i delillerle, hakaik-ı imaniyeyi Risale-i Nur'dan ders almalarına ve ruh-u canlarıyla kabul etmelerine "bir körlük" demek, bu mübarek zatları mânasız, lüzumsuz bir tahkirdir. Biz dahi onların tahkirlerini, onlara iade ederiz. 8-"Hurûc-u deccal efsanesine; kendine göre Hıristiyan deccalı Rusya'da tatbik edilen idare sistemi ve Müslüman deccalı da, süfyan tavsif ve tayininde, Türk inkılabının yaratıcısında görülen vasıf ve vaziyette göstermektedir. Ve su-i kasd-ı telkinat izhâr etmiş bulunmaktadır. " demeleri, bütün bütün hem İslâmiyetin ruhuna, hem Risale-i Nur'un mesleğine muhalif kendi yanlış manalarıyla (Hem müdafaanâmemde, hem iddiânâmeye karşı itirazımda on vecihle cevap verdiğim ve gayet mahrem ve sekiz senede bir-iki def'a elime geçen) bir risalenin ayn-ı hakikat bir-iki cümlesine ilişmek istemişler. Akîde-i İslâm'a girmiş, bütün ümmet kabul etmiş hurûc-u deccala "efsane" demeleri ve Rusya'daki bolşevizmin, âhirzamanda gelecek deccalın bir komitesi ve numunesini göstermektedir diye, yazdığımız halde yanlış mana verip, hem pek çok ulemâ-yı İslâm'ın müteaddit hadislere istinaden, süfyan hakkında müdafaatımda yazdığım gibi, bundan otuz sene evvel bazı te'villerini pek doğru olarak yazdığımızı, "Türk inkılâbının yaratıcısına bir hücum " gösteriyorlar. Yaratıcı Cenâb-ı Hak'tır. Bu tabir, küfre temas ediyor. Böyle tabiri isti'mal eden, Risale-i Nur'un parlak hakaik-ı imâniyesini muhakeme edemez. Birinci celsede mahkemeye arz ettiğim gibi; "Yüzaltmışüçüncü madde ile Eskişehir Mahkemesine bakarak, beni bu madde ile mahkum edemezsiniz." dedim.
Çünki: Cumhuriyet hükûmetinin ikiyüz meb'usu içinde, yüzaltmışüç meb'us, yüzelli bin banknotu Van'da temelini attığım medresemin tahsisatına kabul edip, imza ettiklerini ve cumhuriyetin bana karşı bu teveccühü, bu maddeyi hakkımda hükümden iskat eder." dediğim halde, o vukufsuz ehl-i vukuflar demişler: "Yüzaltmışüç meb'us, Said hakkında takibat yaptıklarını..." medar-ı itiraz göstermişler. İşte hakikat nerede? Bunların yaptıkları telakkileri ve tedkikleri nerede? Hem birinci celsede size arz ettiğim gibi, sûre-i Nisâ'dan bir âyetin Risale-i Nur'a işareti bir mahrem risalede yazılmış iken, bu fıkraya bu ehl-i vukuf demişler ki: "Taife-i nisâ, bu esere el süremez. Onlara memnu'dur. Sakın onlara göstermesinler." demişler. Safdil kadınları, maden-i şefkat ve kadınlık seciyesine pek uygun olan Risale-i Nur'dan tenfir etmek nerede? Hakikat nerede? Hem "Hücûmat-ı Sitte "de, şeytanın altı desiselerine cevab verdiğim halde.. bu ehl-i vukuf raporunda, o muhkem hikmetleri "desiselerle iknaa çalışıyor" diye, tahrif etmişler. Buna kıyasen, bu ehl-i vukuf, Risale-i Nur'un âlî hakikatlarına dair beyanata hakları olmadığını gösteriyor. Risale-i Nur, umum âlem-i İslâm'a taalluk edecek hakaiki cami' olduğundan, hükûmet-i cumhuriye makamatına, izin veriniz ve makine veriniz; biz onlara müracaat edip, muhakkik alimlerden ve feylesoflardan bir hey'et-i ilmiye teşkil edip, Risale-i Nur'u tedkik etsinler. (Gayet mahremler ve mahdud bir iki risale hariç olarak, bütün risaleleri tedkik etsinler.) Eğer deseler: Bu eserler, bu milletin ve bu vatanın ve bu memleketin hem dünyevî, hem uhrevî bir medar-ı saadeti ve emn ve emniyeti olduğunu tasdik etmezlerse, her bir cezaya razıyım. Mâdem her hükümette şiddetli muhalifler bulunur. Ve hükûmet-i Ömeriye'de Hıristiyanlar ve Mecûsi hakimiyetinde Müslümanlar bulunuyorlar. Elbette farz-ı muhal olarak, ehl-i vukufun iftiraları doğru da olsa, emniyete dair bir vukuat olmadığından, hürriyet-i ilmiye ve hürriyet-i vicdaniye düsturuyla yine bizi mes'ul edemezler. Hükûmet ele bakar, kalbe bakamaz. Mevkuf ve hasta Said Nursî
Ses Yok