Müdafalar | Müdafalar | 62
(1-190)
(Son Müdafaamdır) DENİZLİ AĞIR CEZA MAHKEMESİ YÜKSEK HUZURUNA İddia makamı, ne safahat-ı mahkemeyi ve ne de bize karşı ibraz ettiği indî edillenin hiçliğini, kifayetsizliğini, çürüklüğünü ve delilsizliğini ve gerek hak ve hakikatı zerre kadar nazara almayarak, bizleri cezalandırabilmek emeliyle hâlâ cem'iyetçilik teranesini tekrar etmekte ve bu ana kadar yüzlerce def'a cevabı verilmiş mes'eleleri yeni baştan mahkeme celbiyle huzuruna sevk etmekte ve hiçbir ehliyet-i ilmiyeyi hâiz olmayan eski ehl-i vukufun, sırf ilhad ve inkarın müdafaasını istihdaf eden raporlarına istinad ederek; en yüksek adlî makamın nezaret ve murakabesi altında, merkez-i hükumete, devletin salahiyetli profesörlerinden mürekkeb bir ilim hey'etinin tedkiklerini hiçe saymakta ve tanımamaktadır. Bîçare bir kısım temiz nâsiyeli ve bu memleket için cidden nâfi ve vefakar vatan evladlarını tecziye ettirebilmek suretiyle, koyu bir inkarın ve ölmüş bir şahsın intikamını bizden almak için yanıp tutuşan müdde-i umumi beyefendi, hey'et-i hâkimeyi aleyhimize tahrik için, kısmen yirmi-otuz sene evvel yazılmış ve her şeyden önce, ilmî olması icab eden ve hakâik-i İslâmiyenin tâ bidayetten beri cereyan etmekte bulunan bir kısım tecelliyatını aksettirmekten başka bir maksat taşımayan ve su-i tefsir edilir korkusuyla ve millet arasında herhangi bir sarsıntıya sebeb olur düşüncesiyle mevcudları ortadan kaldırılan ve hatta bir kısım nüshaları imha edilen bir eseri öne sürmekte ve bazı şahsiyetlerle evvelce aramada tekevvün etmiş bazı vekayi'den mütevellid ve sırf benim şahsıma aid aksü'l-amelleri yâd ederek, bunlardan tamamen bî-haber ve sırf dînî hakikatların taharrisi kaygısıyla kitablarımı yazmış ve okumuş olan bir kısım bîgünahları, sırf sâika-i diyanet ile aciz şahsıma ve eserlerime karşı hüsn-ü zanlarından dolayı mahkum ettirmek istemektedir.
Eğer ortada, o meşhur şahsiyetlere karşı işlenmiş bir suç varsa, bundan ben mes'ulüm. Sırf dînî noktadan, âciz şahsıma ve hakikatta benim olmayan ve hakaik-ı Kur'aniyenin bir aksinden ibaret olan müellifatıma hüsn-ü zan etmeleri yüzünden, bir kısım bîçare ve hüsn-ü niyet sahibi vatandaşlar, benim bu şahsi cürmüme ne için teşrik ediliyor? Bu kadar açık bir gadir, tarih-i adliyenin neresinde meşhuddur? Eğer benim, rical-i devletle bir mâceram gelmiş geçmiş ise ve tarihe karışmış olan bu macerayı, iddia makamı bir türlü hazm edemiyorsa, düşünsün ki: Ben, o günün adamıyım. Ve onlarla aynı seviyede, o macerayı birlikte yaşamışım. Bugün, sırf benim Kur'an'dan gelen ilmimden dolayı, âciz şahsıma hüsn-ü zanda bulunan habersiz bîçarelerin, benim sâbık mücâdelatımdan mes'ul olmaları hak ve adâletin neresine sığar? İddia makamı, bizi mutlaka cezalandırabilmek için, tekrar tekrar öne sürdüğü ve bugünün hadisesi gibi gösterdiği mektublar ve sâir delillerin kısm-ı a'zamı da, yirmi senelik terakkümattır. Bunların çoğunun hesabı, Eskişehir Mahkemesinde görülmüştür ve üzerlerinden aflar geçmiştir. Bilhassa her zaman öne sürdüğü mahrem "Tesettür Risalesi" bu meyandadır. İddia makamı, mahrem risalelerin evimde, odun yığınlarının altında, çivili sandık içinde bulunması gibi mahremiyet iddiamızın mesnedini teşkil eden bir delili de çürütebilmek için, "bunu benim müfarakatımdan sonra mensublarım tarafından yapılmış olması muhtemeldir." gibi imkânât vukuat yerinde kullanılarak, indî bir mütâlaa serd edilmiştir. Halbuki bu arama, tevkifimden evvel huzurumla yapılmıştır. Hakikatların mahall-i izhârı olması icab eden bir makamın, böyle çocukça ve hiç delilsiz bir mütâlaa yürütmesini, o makamın şeref ve vakarıyla kabil-i te'lif görmüyorum. Aleyhimizde serdedilen diğer bir iddiâ da: Güya milliyetçiliğe karşı cephe alışımızdır. Bin seneden beri alemdar-ı İslâmiyet olarak, livâ-ı hidayeti ve hakiki şule-i medeniyeti omuzlarında dalgalandırmış ve beşer kitablarına, adâlet ve insaniyet ve saadet şu'leleri ve ümid ve inşirah ziyaları taşımış olan bu kahraman, necîb ve muzaffer Türk milletinin dâhilî bünyesinde kuvvetlenmesi demek olan müsbet bir milliyet sevgisine, biz muarız olanlardan değiliz. Bilakis, onu samimi ruhumuzla isteyenlerdeniz. Bizim, vatan ve millet hesabına fikren muhalif olduğumuz cihet, sadece menfi milliyetçiliktir ki, Müslümanlık uhuvvetini kıracak ve bir cem'iyet hodgamlığı verecek, tecavüz ve nefret ruhu doğuracak şekilde su-i telakki edilmesi ve su-i isti'mâlidir.
Evet, hakiki insanlık ve fazilet mefkureleri etrafında toplanmış olan bu Müslüman camialarını, sebebsiz birbirine düşman yapacak kadar böyle dar bir düşünüşün ve koyu Etrakçılığın fikren muhalifi olmak, bu millete hıyanet midir? Yoksa hizmet midir? Bunun takdirini ehl-i insafa bırakıyorum. Mamafih, biz bu kabil telakkilerimizin propagandacısı da olmadık. En son sözüm şudur: Efendiler! Yirmi senelik bir mazlumiyet hayatında, yüzü mütecaviz kitabları içinde ve en mahrem mektub ve risalelerinde, asabiyetle hiddet zamanında yazılmış yalnız beş-on cümledeki kusurlarla; hüsn-ü niyet ve samimiyeti, salâhiyettar ehl-i vukufça teslim edilmiş hayırhah bir insanın bil-iltizam mahkum edilmek istenilmesi gösteriyor ki: Hakikatı haykıran Risale-i Nur hiçbir vecihle mahkum edilmez ki, böyle bahaneleri arıyorlar. Kim var ki, yirmi senelik hayatının bütün mahrumiyet ve mazlumiyet anlarında, değil böyle beş-on kelime, belki yüzlerce yanlış olmasın. Bu mahkeme, yalnız bu hazır zamanı değil, belki iki istikbalin dehşetli tenkidlerini nazara alıp, öylece muhakeme etsin. Son sözüm. /eski/Include/images/kulliyat/aimg/emir/i022.gif
dir. Mevkuf Said Nursî
Ses Yok