Müdafalar | Müdafalar | 65
(1-190)
DENİZLİ EHL-İ VUKUFUNUN RAPORUDUR Suçlulardan Said Nursî nam-ı diğer Bediüzzaman, kendi ifadesi vechile mukaddemen Şark hareketinde ilgili görülen ve o tarihte Van vilayetinde ikamet etmekte iken, Isparta'da ikamete me'mur edildiği sırada, başta tavsif edilen aynı suçu işlediğinden ötürü Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesinde 935/4/27 tarihinde tevkif edilerek kendisine uydurduğu birkaç şahısla birlikte yapılan duruşmalardan sonra Bediüzzaman bir sene müddetle hapse konulmasına ve şeriklerinin de muhtelif cezalara çarptırıldığı Eskişehir Cumhuriyet Müdde-i Umumiliğinden celp olunan dosya meyanında mevcud 943/11/8 tarihli kayd-ı resmîden anlaşılmaktadır. Bu suretle müddet-i mahkumiyetlerini ikmalden sonra Kastamonu'da ikamete me'mur edilen Said Nursî şurada burada yine kendisine yakın hissettiği bazı kimselerin de iştirak ve yardımlarıyla ve bunlarla saf ve biçare denilecek derecede bulunanları kendine uydurmak suretiyle, yazı ile ve bizzat görüşmelerle bazı fikri neşriyatına devama başladıkları ve bu faaliyetleri 943 Temmuz ve Ağustos ayları tarihinde Çivril'in Homa nahiyesinde bazı ufak tefek fiili hareketleri göze çarpması üzerine, köyün ileri gelenleri ve halk tarafından takip edilerek işin hakikatına vukuf peyda etmek emeliyle çıban gibi meydana çıkanların mahiyetini araştırırken alâkalı idare memurları tarafından şüpheli görülen kimselerin ev ve dükkanlarında aramalar yapılarak neticede Risale-i Nur isimli müteaddid cüz'den ibaret kitaplarla birkaç mektup ele geçmesi üzerine bu babtaki tahkikat derinleştirilerek bu meyanda Kastamonu'da ikamete me'mur edilen Said'in evinde yapılan 943/8/14 ve 943/9/18 tarihlerinde aramalarda onun odun kömür dolabının içerisinde ve odunların altında çivili bulunan bir dolabın içinde ve soba üzerinde su ısıtmak için kullanılan teneke içinde (Haşiye) bazı kitap ve el yazması mektup vesairenin meydana çıkarıldığı ve bunların bîtaraf ehl-i vukuf tarafından tetkikinde Risalelerden Risale-i Nur'un Yirmidördüncü Lem'ası tesettür hakkında olduğunu ve üzerinde mahrem işareti bulunduğu ve bu risalenin baş sahifesinde dört hikmetten bahsolunmakta ve muhtelif suretlerle tesettürün kalkmasına hücum etmekte... Ve bu risalenin sonlarına doğru kadın bacaklarının teşhiri dolayısıyla bunların cehennemde yakılacağı... Ve Yirmidokuzuncu Mektub'un altıncı kısmında ise mahremdir işaretleriyle Risale-i Nur'un şakirdlerine "altı öğüt" vermekte...
"Birincisinde" : Hubb-u caha aldanmamak ve o kudsi hizmetlerinde ve o mânevî ulvî cihadlarından vazgeçmemelerine bunun için servet hırsına ve şan ve şeref ve avam nazarında mevki sahibi olmağa hiç ehemmiyet verilmemesi istenmektedir. Ve bunların ehl-i âhiret için çok zararı var denilmekte ve ehl-i ilhad hafiyelerine ve ehl-i dalalet propagandacılarına alet olmamaları tavsiye edilmektedir. "İkinci öğüt": Risale-i Nur'un neşrinde ve buna ait fikirlerin ta'miminde asla korkulmaması ve bu cihad-ı mânevîden vazgeçilmemesi tavsiye olunmakta ve kendilerine bu işlerden vazgeçilmesini söyleyenlere Hizbü'l-Kur'an etrafımızda çevrilmiş muhken bir surdur. Hayat-ı ebediyemize yüzde yüz zarar veren bu yola bizi ihtiyarımızla sevkedemezsiniz, ustabaşımız olan Said-i Nursi'nin yüzünden bizim gibi ona dost olanlardan kim zarar görmüş, kim bela görmüş ki biz göreceğiz denilmekte.
___________
Hâşiye: Hem mânidar, hem pek acibdir ki, o mahrem risaleler binden bir adama göterilmemişken hem maznunların itirafıyla hiç görülmeyecek bir derecede saklı oldukları halde bu herifler o elmas kılınçlarını kendi başlarına vurmak için ve onlardaki hakikatları en baştakilere hatalarını bildirmek için okutmak ve pek çoklara teşhir etmek ve ders vermek için meydana çıkardıkları biz ve Nurlara değil zarar belki intişarlarına sebep oldular. "Üçüncü öğüt:"
olarak tama' yüzünden aldanmamak için telkinler yapılmakta ve yine şakirdlerine hitaben: "Said'e neden bu kadar hürmet edip arkasına düşüyorsunuz." diyenlere karşı, "Dördüncü öğüt" ile cevab vermek istenilmektedir ki: Bu da kendisinin İslâm dininin neşrine çalışan.. ve hizmet-i Kur'aniye 'de bulunan bir şahıs olup kendisi yok olsa dahi birçok merkezlerde çalışanlar bulunacağı söylenilmektedir.
"Birincisinde" : Hubb-u caha aldanmamak ve o kudsi hizmetlerinde ve o mânevî ulvî cihadlarından vazgeçmemelerine bunun için servet hırsına ve şan ve şeref ve avam nazarında mevki sahibi olmağa hiç ehemmiyet verilmemesi istenmektedir. Ve bunların ehl-i âhiret için çok zararı var denilmekte ve ehl-i ilhad hafiyelerine ve ehl-i dalalet propagandacılarına alet olmamaları tavsiye edilmektedir. "İkinci öğüt": Risale-i Nur'un neşrinde ve buna ait fikirlerin ta'miminde asla korkulmaması ve bu cihad-ı mânevîden vazgeçilmemesi tavsiye olunmakta ve kendilerine bu işlerden vazgeçilmesini söyleyenlere Hizbü'l-Kur'an etrafımızda çevrilmiş muhken bir surdur. Hayat-ı ebediyemize yüzde yüz zarar veren bu yola bizi ihtiyarımızla sevkedemezsiniz, ustabaşımız olan Said-i Nursi'nin yüzünden bizim gibi ona dost olanlardan kim zarar görmüş, kim bela görmüş ki biz göreceğiz denilmekte.
___________
Hâşiye: Hem mânidar, hem pek acibdir ki, o mahrem risaleler binden bir adama göterilmemişken hem maznunların itirafıyla hiç görülmeyecek bir derecede saklı oldukları halde bu herifler o elmas kılınçlarını kendi başlarına vurmak için ve onlardaki hakikatları en baştakilere hatalarını bildirmek için okutmak ve pek çoklara teşhir etmek ve ders vermek için meydana çıkardıkları biz ve Nurlara değil zarar belki intişarlarına sebep oldular. "Üçüncü öğüt:"
olarak tama' yüzünden aldanmamak için telkinler yapılmakta ve yine şakirdlerine hitaben: "Said'e neden bu kadar hürmet edip arkasına düşüyorsunuz." diyenlere karşı, "Dördüncü öğüt" ile cevab vermek istenilmektedir ki: Bu da kendisinin İslâm dininin neşrine çalışan.. ve hizmet-i Kur'aniye 'de bulunan bir şahıs olup kendisi yok olsa dahi birçok merkezlerde çalışanlar bulunacağı söylenilmektedir.
Ses Yok