Müdafalar | Müdafalar | 69
(1-190)
(Denizli Hapishanesinde Mevkuf İken Vefat Eden Şehid, Merhum Hafız Ali'nin Denizli Mahkemesinde Söylediği İfadesidir.) Efendim, Ben Isparta'da, hâkim ve müdde-i umumilikte hak ve hakikatın bütün bütün aksine olarak Risale-i Nur'a karşı asılsız bir ittiham gördüğümden Risale-i Nur'dan kaçmak değil, belki o ittihamdan çekinmek için sordukları suallere, "ben değilim" dedim. Hatta o müdde-i umumi, kanunsuz bana yemin vererek "Risale-i Nur'da yazılı Hafız Ali sen değil misin? dedi. Sükût edip yemin etmediğim halde; bura sorgu hakimliğinde hamiyet-i İslamiyeyi taşıyan âlî bir vicdan hissettiğimden adâlet ve hakikatın tecelli edeceğini ümid edip, "Risale-i Nur'da yazılı Hafız Ali benim" dedim. Ben, Risale-i Nur'u, hakâik-i imâniye ve Kur'âniye ve kevniyeyi kat'î bürhanlarla izah edip, insanların yüzünü âhirete çevirip, dünyadan ziyade âhireti sevdiren mukaddes bir eser olup binler menfaat görmüşüm. Garâibdendir ki: Bu sır, iddianâmede keşf edilip "Dünyayı unutturacak derecede telkinat-ı dinîye verilmiş." diye yazılı olduğu halde; "Hem siyasi cem'iyetçi, hem tarikatçı, hem de halkı hükûmet aleyhine teşvik ediyorlar." diye olan ittihamlarla nasıl kâbil-i te'lifdir?. Evet ben, Risale-i Nur'dan hemen ekser parçalarını anlayarak okuduğum gibi, Üstadım Said Nursî'nin dahi on iki seneye yakındır en gizli ve en ince esrarına kendimi vâkıf biliyorum... Ben, ne Risale-i Nur'da ve ne de Üstadımda emniyet ve âsâyişe zarar verecek bir emare ve bir meyl görmediğim gibi âsâyiş ve emniyetin temel taşlarını onlardan öğrendim. Müddet-i ömrümde mahkeme safahatını ancak bu def'a gördüğüm gibi, şu benim gibi suçlu olarak huzurunuzda bulunan Cemaat-ı Nuriye'nin de ifadelerinden, benim gibi olduklarını anladım. İşte böyle sırf âhireti için, Kur'an'ın i'câz-ı ma'nevisinden gelen Risale-i Nur'u okuyup, kendi istifadesine çalışan bir ehl-i Kur'an'ı ve ehl-i ahireti cezalandıracak bir kanun tasavvur etmediğim gibi, ittiham edildiğim "siyasi cem'iyetçilik" ve "tarikatçılık" ve "halkı hükûmet aleyhine teşvik etmek" gibi suçlarla hiçbir alâkam olmadığımdan yüksek mahkemenizden beraetimi taleb ederim. (Şehid, merhum) Hafız Ali
(Salahaddin Çelebi'nin Müdafaasıdır.) "Aslı Denizli Ağır Ceza Mahkemesine verilmiş." 3 Haziran 944 İsnad edilen mevhum suçların olmadığı mütehassıs hey'etin raporundan sarahaten anlaşılmıştır. Binâenaleyh huzurunuzda, vicdanıma göre suçlu değilim. Bir şahid sıfatıyla bulunuyorum ve söylüyorum. Tarihten altı-yedi sene evvel İstanbul'da, ulemâdan eski fetva emini Ali Rıza ve Elmalılı Hamdi Efendi gibi meşhur âlimlerin bir musahabelerinde Bediüzzaman Üstadımın ilminin vehbî olduğunu, vaktiyle Anglikan kiliseleri başpiskoposunun ve Japonya'nın başkumandanının İslâm ulemâsından sorduğu suallere cevap veren ve bütün âlimleri ilmiyle teshir ve hayrette bırakan ve yirmi seneye yakın bir vakitten beri dünyayı terk eden bu şahsiyetten bahsetmeleri.. bende, muhitimizde olan bu zatı ziyaret etmek arzusunu uyandırdı. Evet, zamanın sefahet ve eğlencelerine kapılmış, yirmibeş yaşında bir gençdim. İlk tahsilimden ve ebeveynimin terbiyesinden aldığım dini ferâizimi öğrenmek ve dînî akâidimi kuvvetlendirmek ve nefsimi ıslah etmek maksadıyla ve din serbestisini de bildiğimden muhitimizde bulunan bu yüksek âlimi fırsat bilerek ziyaret ettim. Hatta ikâmetgâhının önündeki karakolun nöbetçisinden sordum; bana kapısını gösterdi. Serbest girdim. Elini öptüm; hayır duasını taleb ile imânımı nasıl kurtarabilirim, tenvir ve irşad buyurmasını Allah rızası için yalvardım. Konuştuğunu zorla anladığımı hissedince bir defter çıkardı, imân ve âhirete aid veciz cümleler dolmuştu. Mütâlaa için müsaade istedim; harice vermiyordu. Nihayet ısrarlı ricalarımla iade etmek şartıyla almağa muvaffak oldum. Suretini çıkardım, iade ettim. İşte bu şekilde bir miktar Risale-i Nur, dünya ve âhiretimin selâmeti için kopya ettim. Bu ziyaretlerimde bana, ne cem'iyyetten, ne siyasetten ve ne de tarikattan bahsetmemiştir. Hatta dünyevî bir havadisi dahi söyletmedi. Daima "İmân ve âhiretinizi kurtarmağa çalışınız" buyurmuştur. Ve yanında beş dakikadan fazla durulmaması, kapıdaki i'lanında yazılı idi. Müddeti geçirilirse, "Sen, safâ geldin" diye savardı.
Ses Yok