Tiryak | Tiryak | 13
(1-30)
Döndüncü Nümune: Yeni Saidin İhtiyarlığında bütün bütün siyasetten ve dünyadan kendini çekmeğe çalıştığı halde; ehl-i dünyanın bütün bütün kanuna ve insafa ve vicdana hatta insanlığa muhalif bir tarzda, eşedd-i zulüm ile, yirmi beş sene işkencelerle ezdiklerine ve bir sineğin ısırmasına tahammül etmiyen o biçare Said'in baltalarla başına vurduklarına ve ihanetin en şeni'lerini yaptıklarına karşı emsalsiz bir sabır ve tahammülün ona ihsan olunması ve gayet asabî ve sinirli olduğu ve; fıtraten korkak olmadığı halde "Ecel birdir, tegayyür etmez" hakikatına imanından gelen büyük bir cesaretle beraber; korkak, bir vaziyette sükût edip sabretmesinin, hatta bir miktar sonra, o işkenceler sonunda ruhuna ferah verilmesinin ve o zâlim düşmanlarına hakkını bâzen helâl etmesinin bir hikmeti, kanâat-ı kat-iyemle budur ki: KUR'ÂN-I HAKİM'İN hakaik-i imaniyesini tefsir eden RİSÂLE-İ NÛR'u hiç bir şeye ve şahsî menfaatlerine ve mânevî kemalâtlarına ve belaların def'ine âlet yapmamak ve hakiki ihlâsı kırmamak için ehl-i siyaset, Said hakkında, dîni siyasete âlet yapmak vehmini verip ta Said işkencelerle, hapislerle dini siyasete alet etmesin diye ehl-i siyasetin zâlimane hükümleri altında kader-i ilâhî Nur'daki hakikî ihlâsı kırmamak için
Saide şefkatli tokatlar vurup; "Sakın, sakın hakaik-ı imaniyenin tefsiri olan RİSALE-İ NUR'u kendi şahsî menfaatlarına ve hattâ mânevî kemâlâtlarına, belâlardan ve muzır şeylerden kurtulmaklığına âlet yapma. Tâ ki Nur'un en büyük kuvveti olan ihlâs-ı hakikî zedelenmesin" diye kader-i İlâhînin şefkatli tokatları olduğuna kanaat ediyorum. Hatta her ne vakit sırf âhiretime şahsî ibadetle ziyade meşgul olsam ve o sebeble Nur'un hizmetini bıraktığım aynı zamanında ehl-i dünya bana musallat olup, bana azap verdiğine kat'î kanaatım gelmiş.
MAHKEMEDE ALEYHİMDEKİ BİR İFTİRAYA CEVABDIR
Eğer îmana ve Kur'ana hizmetkârlığım cihetiyle ehl-i dünya beni tazyik ediyorsa, onun müdafaası bana ait değil. Onu, Aziz-i Cebbâra havale ediyorum. Eğer asılsız ve riyaya sebeb ve
ihlâsı kıracak bir şöhret-i kâzibeyi kırmak için teveccüh-ü âmmeyi hakkımda bozmak murad ise, onlara Allah râzı olsun diyerek hakkımı helal ediyorum. Çünki teveccüh-ü âmmeye mazhar olmak ve insanların nazarında şöhret kazanmak benim gibi adamlara zarardır. Benim ile temas edenler zannederim beni bilirler ki, ben şahsıma karşı hürmet istiyorum, Hattâ kıymetdar mühim bir dostumu, fazla hürmet ettiği için belki elli def'a tekdir etmişim. Eğer beni çürütmek ve efkâr-ı âmmeden düşürtmek, ve ıskat ettirmekten muradları, tercümanlık ettiğim hakaik-ı imâniye ve Kur'aniyeye ait ise; beyhûdedir. Zira "Kur'an yıldızlarına perde çekilmez. Gözünü kapayan; yalnız kendi görmez, başkasına gece yapamaz."

Bundan otuz beş sene evvel, Cenab-ı Hakk'ın inayetiyle dünyanın muvakkat şan ve şerefinin ve enaniyetli hodfüruşluğun, ve şöhretperestliğin ne kadar faidesiz ve mânasız olduğunu hadsiz şükürler olsun ki, Kur'an'ın feyziyle anlamış bir adamın, o zamandan beri bütün kuvvetiyle, nefsi emmaresiyle mücadele edip, mahviyet etmek, benliğini bırakmak, tasannu ve riyakârlık yapmamak için, elinden geldiği kadar çalıştığına ona hizmet eden veya arkadaşlık edenler, kat'î bildikleri ve şehadet ettikleri halde ve yirmi seneden beri herkes kendi hakkında hoşlandığı ziyade hüsn-ü zan ve teveccüh-ü nas ve şahsını medh-ü senadan ve kendinin mânevî makam sahibi olduğunu bilmekten herkese muhalif olarak bütün kuvvetiyle kaçtığı; ve hem, has kardeşlerinin onun hakındaki hüsn-ü zanlarını reddedip, o hâlis kardeşlerinin hatırlarını kırması; ve yazdığı cevabî mektublarında, onun hakkındaki medihlerinşi ve ziyade hüsn-ü zanlarını kabul etmemesi ve kendisini faziletten mahrum göstermesi ve bütün fazileti, Kur'an'ın tefsiri olan Risale-i Nur'a ve dolayısiyle Nur Şâkirdlerinin şahs-ı mânevîsine vermesi; ve kendisini âdibir hizmetkâr bilmesi kat'i isbat ediyor ki, şahsını beğendirmeğe çalışmadığı ve istemediği ve red ettiği halde onun rızası olmadan bazı doslarının uzak bir yerden onun hakkında ziyade hüsn-ü zan edip onu medhetmeleri ve bir makam vermeleri medarı mesuliyet olur mu?

Benim bu otuz sene hayatımda bütün Risale-i Nur'da yazdıklarımın ve şahsıma temas eden hakikatlarının tasdikiyle ve benimle ciddi görüşen ehl-i insaf zâtların ve arkardaşların şehadetleriyle iddia ediyorum ki: Ben nefs-i emmaremi elimden geldiği kadar hodfuruşluktan, şöhretperestlikten, tefahurdan men'e çalışmışım ve şahsıma ziyade hüs-ü zan eden Nur Talebelerinin belki yüz def'a hatırlarını kırıp cerhetmişim, Ben mal sahibi değilim. Kur'an'ın mücevherat dükkânının bir bîçâre dellâlıyım dediğimi; hem yakın kardeşlerimin tasdikleriyle ve emarelerini görmeleriyle, hem ben değil dünyevî makamatı ve
şan-ü şerefi şahsıma kazandırmak, belki mânevi büyük makamat faraza bana verilse bile, fakat hizmetteki ihlâsıma, nefsimin hissesi karışmak ihtimaline binaen korkarak o makamatı da hizmetime feda etmeğe karar verdiğim ve fiilen de öylece hareket ettiğim halde, mahkeme-i âlinizin güya en büyük siyasî bir mes'ele gibi, başkaların şahsıma karşı olan teveccüh ve hüsnü zanlariyle beni mes'ul etmekte hiç bir ma'na var mı?
Ses Yok