Tiryak | Tiryak | 16
(1-30)
İkinci musîbet: Beni cezalandırmak için gösterdikleri bir sebep: Benim tesettür ve irsiyet ve zikrullah ve teaddüd-ü zevcat hakkındaki Kur'an'ın gayet sarîh âyetlerine, medeniyetin ettiği itirazlara karşı onları susturacak tefsirimdir.
Yirmi sene evvel Eskişehir Mahkemesine ve Ankaraya mahkeme-i temyize ve tashihe yazdığım -ve aleyhimdeki Afyon Mahkemesinin kararnâmesinde yazdıkları- bu aşağıda gelen fıkrayı:
Hem haşirde mahkeme-i kübraya bir şekva, hem istikbalde münevver ehl-i maarif hey'etine bir îkaz hem iki üç def'a bizim beretimizde insaf ve adaletle feryadımızı dinleyin mahkeme-i temziye, Elhüccetüzzehra ile beraber bir nevi lâyiha-i temyiz, hem beni konuşturmayan ve seksen hatâsını isbat ettiğimiz gazarkârane ittihamnâmeleri ile beni iki sene ağır ceza ve tecrid-i mutlak ve iki sene başka yere nefy ve göz nezareti hapsiyle mahkûm etmeye çalışan hey'ete aynen o fıkrayı tekrar ediyorum:
İşte o fıkra şudur: Ben de adliyenin mahkemesine derim ki: Bin üç yüz elli senede ve her asırda üç yüz elli milyon müslümanların hayat-ı içtimaiyesinde kudsî ve hakiki bir düstur-u İlâhiyi, üç yüz elli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinaden ve bin üç yüz elli senede geçmiş ecdadımızın itikadlarına iktidaen tefsir eden bir adamı mahkum etmek isteyen haksız bir kararı elbette rûy-i zeminde adalet varsa o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir, diye bağırıyorum. Bu asrın sağır kulakları dahi işitsin!
Acaba bu zamanın bazı ilcaatının iktizasiyle muvakkaten kabul edilen bir kısım ecnebi kanunlarını fikren ve ilmen kabul etmeyen ve siyaseti bırakan ve hayat-ı içtimaiyeden çekilen bir adamı, o âyâtın tefsirleriyle suçlu yapmakta. İslâmiyeti inkâr ve dindar, kahraman bir milyar ecdadlarımıza ihanet ve milyonlarla tefsirleri ittiham çıkmaz mı? diye yazdığım (bir ihtar) tâbirimden kararnamede hiddet edenlere ihtar ederim.
Musibetimin Üçüncüsü: Mahkûmiyetime gösterdikleri bir sebep; emniyeti ihlâl ve âsâyişi bozmaktır. Pek uzak bir ihtimal ile yüzde ve belki binde bir imkân ile, hattâ o uzak imkânatı vukuat yerine koyup, bazı mahrem risalelerinden ve hususi mektuplarından ve Risale-i Nur'un yüzbin kelime ve cümlelerinden kırk-elli kelimesine yanlış mâna vererek, bir sened gösterip, bizi ittiham ve cezalandırmak istiyorlar.
Ben de, bu otuz-kırk senelik hayatımı bilenleri ve Nur'un binler has şâkirdlerini işhad ederek derim:
İstanbul'u işgal eden İngilizin baş kumandanı, İslâmlar içine ihtilâf atıp, hattâ Şeyh-ül İslâmı ve bir kısım hocaları birbiri aleyhine sevk ederek i'tilâfçıve ittihatçı fırkalarını birbiriyle uğraştırarak, Yunanın galebisine ve harekât-ı milliyenin mağlûbiyetine zemin hazırladığı bir sırada, İngiliz ve Yunan aleyhinde "Hutuvat-ı Sitte" eserimi tab' ve neşretmekle o İngiliz Başkumandanın dehşetli plânını kıran ve o kumandanın îdam tehdidine karşı geri çekilmiyen ve Ankara reisleri, o hizmeti için onu çağırdıkları halde Ankara'ya kaçmıyan ve esarette Rus'un Başkumandanına başını eğmiyen ve o baş kumandanın îdam kararına ehemmiyet vermeyen ve otuzbir mart hâdisesinde sekiz taburu bir nutukla itaate getiren ve divan-ı harb-i örfide, mahkemedeki paşaların: "Sen de mürtecisin şeriat istemişsin öyle mi?" diye suallerine karşı îdama beş para kadar ehemmiyet vermeyip, cevabında:
Eğer meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ise, bütün cin ve ins şahid olsun ki; ben mürteciyim ve şeriatın bir tek mes'elesine ruhumu feda etmeğe hazırım diyen ve o büyük zâbitleri hayretle takdire sevkedip îdamını beklerken beraetine karar verilen ve tahliye olup dönerken, onlara teşekkür etmiyerek:" Zalimler için yaşasın cehennem!" diye yolda bağıran ve Ankarada divan-ı riyasette Afyon Kararnamesinin yazdığı gibi Mustafa Kemal hiddetle Ona: "Biz seni buraya çağırdık ki; bize yüksek fikirler beyan edesin. Sen geldin namaza dair şeyler yazdın içimize ihtilâf verdin?" demesiyle Mustafa Kemal'e karşı: "İmandan sonra en yüksek namazdır.
Namaz kılmayan haindir hainin hükmü merduttur." diye kırk-elli meb'usun huzurunda söyleyen ve o deşhetli kumandan O'na bir nevî tarziye verip hiddetini geri aldıran ve altı vilâyet zâbıtasınca ve hükümetçe âsâyişin ihlâline dair bir tek maddesi kaydedilmeyen ve yüzbinlerle Nur Şâkirdlerinin hiçbir vukuatı görülmeyen (yanlız bir küçük talebenin, haklı bir müdafaada, küçük bir vukuatından başka) hiç bir şâkirdinde bir cinayet işitilmeyen ve hangi hapse girmiş ise, mahpusları islâh eden ve Risale-i Nur' dan yüzbinler nüsha memlekette intişar etmekle beraber, menfaatdan başka hiç bir zararı olmadıklarını yirmi üç senelik hayatının ve muhtelif tarihlerde üç hükümet ve mahkemelerin beraetler vermelerinin ve Nur' un kıymetini bilen yüzbin şâkirdlerinin kavlen ve fiilen tasdiklerinin şehadetiyle isbat eden ve münzevi, mücerred, garib, ihtiyar, fakir ve kendini kabir kapısında gören ve bütün kuvvet ve kanaatiyle fâni şeyleri bırakıp, eski kusuratına bir keffaret ve hayat-ı bâkiyesine bir medar arıyan ve dünyanın rütbelerine hiç ehemmiyet vermeyen ve şiddet-i şefkatinden mâsumlara ve ihtiyarlara zarar gelmemek için kendisine zulüm ve tâzib edenlere hatta bedduada etmeyen bir adam hakkında; "Bu ihtiyar mün-zevî âsâyişi bozar, emniyeti ihlâl eder ve maksadı dünya entrikalarıdır ve muhabereleri dünya içindir, öyle ise suçludur" diyenler ve O'nu pek ağır şerait altında mahkûm etmek istiyenler: elbette yerden göğe kadar suçludurlar. Mahkeme-i kübrâda hesabını verecekler!.
Yirmi sene evvel Eskişehir Mahkemesine ve Ankaraya mahkeme-i temyize ve tashihe yazdığım -ve aleyhimdeki Afyon Mahkemesinin kararnâmesinde yazdıkları- bu aşağıda gelen fıkrayı:
Hem haşirde mahkeme-i kübraya bir şekva, hem istikbalde münevver ehl-i maarif hey'etine bir îkaz hem iki üç def'a bizim beretimizde insaf ve adaletle feryadımızı dinleyin mahkeme-i temziye, Elhüccetüzzehra ile beraber bir nevi lâyiha-i temyiz, hem beni konuşturmayan ve seksen hatâsını isbat ettiğimiz gazarkârane ittihamnâmeleri ile beni iki sene ağır ceza ve tecrid-i mutlak ve iki sene başka yere nefy ve göz nezareti hapsiyle mahkûm etmeye çalışan hey'ete aynen o fıkrayı tekrar ediyorum:
İşte o fıkra şudur: Ben de adliyenin mahkemesine derim ki: Bin üç yüz elli senede ve her asırda üç yüz elli milyon müslümanların hayat-ı içtimaiyesinde kudsî ve hakiki bir düstur-u İlâhiyi, üç yüz elli bin tefsirin tasdiklerine ve ittifaklarına istinaden ve bin üç yüz elli senede geçmiş ecdadımızın itikadlarına iktidaen tefsir eden bir adamı mahkum etmek isteyen haksız bir kararı elbette rûy-i zeminde adalet varsa o kararı red ve bu hükmü nakzedecektir, diye bağırıyorum. Bu asrın sağır kulakları dahi işitsin!
Acaba bu zamanın bazı ilcaatının iktizasiyle muvakkaten kabul edilen bir kısım ecnebi kanunlarını fikren ve ilmen kabul etmeyen ve siyaseti bırakan ve hayat-ı içtimaiyeden çekilen bir adamı, o âyâtın tefsirleriyle suçlu yapmakta. İslâmiyeti inkâr ve dindar, kahraman bir milyar ecdadlarımıza ihanet ve milyonlarla tefsirleri ittiham çıkmaz mı? diye yazdığım (bir ihtar) tâbirimden kararnamede hiddet edenlere ihtar ederim.
Musibetimin Üçüncüsü: Mahkûmiyetime gösterdikleri bir sebep; emniyeti ihlâl ve âsâyişi bozmaktır. Pek uzak bir ihtimal ile yüzde ve belki binde bir imkân ile, hattâ o uzak imkânatı vukuat yerine koyup, bazı mahrem risalelerinden ve hususi mektuplarından ve Risale-i Nur'un yüzbin kelime ve cümlelerinden kırk-elli kelimesine yanlış mâna vererek, bir sened gösterip, bizi ittiham ve cezalandırmak istiyorlar.
Ben de, bu otuz-kırk senelik hayatımı bilenleri ve Nur'un binler has şâkirdlerini işhad ederek derim:
İstanbul'u işgal eden İngilizin baş kumandanı, İslâmlar içine ihtilâf atıp, hattâ Şeyh-ül İslâmı ve bir kısım hocaları birbiri aleyhine sevk ederek i'tilâfçıve ittihatçı fırkalarını birbiriyle uğraştırarak, Yunanın galebisine ve harekât-ı milliyenin mağlûbiyetine zemin hazırladığı bir sırada, İngiliz ve Yunan aleyhinde "Hutuvat-ı Sitte" eserimi tab' ve neşretmekle o İngiliz Başkumandanın dehşetli plânını kıran ve o kumandanın îdam tehdidine karşı geri çekilmiyen ve Ankara reisleri, o hizmeti için onu çağırdıkları halde Ankara'ya kaçmıyan ve esarette Rus'un Başkumandanına başını eğmiyen ve o baş kumandanın îdam kararına ehemmiyet vermeyen ve otuzbir mart hâdisesinde sekiz taburu bir nutukla itaate getiren ve divan-ı harb-i örfide, mahkemedeki paşaların: "Sen de mürtecisin şeriat istemişsin öyle mi?" diye suallerine karşı îdama beş para kadar ehemmiyet vermeyip, cevabında:
Eğer meşrutiyet bir fırkanın istibdadından ibaret ise, bütün cin ve ins şahid olsun ki; ben mürteciyim ve şeriatın bir tek mes'elesine ruhumu feda etmeğe hazırım diyen ve o büyük zâbitleri hayretle takdire sevkedip îdamını beklerken beraetine karar verilen ve tahliye olup dönerken, onlara teşekkür etmiyerek:" Zalimler için yaşasın cehennem!" diye yolda bağıran ve Ankarada divan-ı riyasette Afyon Kararnamesinin yazdığı gibi Mustafa Kemal hiddetle Ona: "Biz seni buraya çağırdık ki; bize yüksek fikirler beyan edesin. Sen geldin namaza dair şeyler yazdın içimize ihtilâf verdin?" demesiyle Mustafa Kemal'e karşı: "İmandan sonra en yüksek namazdır.
Namaz kılmayan haindir hainin hükmü merduttur." diye kırk-elli meb'usun huzurunda söyleyen ve o deşhetli kumandan O'na bir nevî tarziye verip hiddetini geri aldıran ve altı vilâyet zâbıtasınca ve hükümetçe âsâyişin ihlâline dair bir tek maddesi kaydedilmeyen ve yüzbinlerle Nur Şâkirdlerinin hiçbir vukuatı görülmeyen (yanlız bir küçük talebenin, haklı bir müdafaada, küçük bir vukuatından başka) hiç bir şâkirdinde bir cinayet işitilmeyen ve hangi hapse girmiş ise, mahpusları islâh eden ve Risale-i Nur' dan yüzbinler nüsha memlekette intişar etmekle beraber, menfaatdan başka hiç bir zararı olmadıklarını yirmi üç senelik hayatının ve muhtelif tarihlerde üç hükümet ve mahkemelerin beraetler vermelerinin ve Nur' un kıymetini bilen yüzbin şâkirdlerinin kavlen ve fiilen tasdiklerinin şehadetiyle isbat eden ve münzevi, mücerred, garib, ihtiyar, fakir ve kendini kabir kapısında gören ve bütün kuvvet ve kanaatiyle fâni şeyleri bırakıp, eski kusuratına bir keffaret ve hayat-ı bâkiyesine bir medar arıyan ve dünyanın rütbelerine hiç ehemmiyet vermeyen ve şiddet-i şefkatinden mâsumlara ve ihtiyarlara zarar gelmemek için kendisine zulüm ve tâzib edenlere hatta bedduada etmeyen bir adam hakkında; "Bu ihtiyar mün-zevî âsâyişi bozar, emniyeti ihlâl eder ve maksadı dünya entrikalarıdır ve muhabereleri dünya içindir, öyle ise suçludur" diyenler ve O'nu pek ağır şerait altında mahkûm etmek istiyenler: elbette yerden göğe kadar suçludurlar. Mahkeme-i kübrâda hesabını verecekler!.
Ses Yok