Tiryak | Tiryak | 18
(1-30)
Altıncı Musîbetim: Nur'un şâkirdlerinden bazılarının fevkalâde îman hüccetlerini ve sarsılmaz ayn-el yakîn ulûm-u îmaniyeyi nurlarda görüp istifade ettiklerinden bu bîçare tercümanına bir nevi teşvik ve tebrik ve takdir ve teşekkür nev'inde, ziyade hüsn-ü zan ile ve müfritane medhetmeleri ile beni suçlu gösterene derim: Ben âciz, zaif, gurbette, menfi, yarım ümmî ve aleyhimde propoganda ile halkı benden ürkütmek halleri içinde, Kur'an'ın ilâçlarından ve îmanın kudsî hakîkatlarından dertlerime tam derman olanlarını kendime bulduğum zaman, bu millete ve bu vatan evlâdlarına dahi tam bir ilâç olduğuna tam kanaat getirdiğim için o kıymettar hakikatleri kaleme aldım. Hattım pek noksan olmasından yardımcılara pek çok muhtaç iken, inayet-i İlâhiyye bana sâdık, has, metin yardımcıları verdi.
Elbette ben onların hüsn-ü zanlarını ve samimane medihlerini bütün bütün reddetmek ve hatırlarını tekdir ile kırmak o hazine-i Kur'aniyeden alınan Nurlara bir ihanet ve adâvet hükmüne geçer diye o elmas kalemli ve kahraman kalbli muavinleri kaçırmamak için onların âdi ve müflis şahsıma karşı medh-ü senalarını, asıl mal sahibi ve bir mânevî mu'cize-i Kur'âniye olan Risale-i Nur'a ve has şâkirdlerinin şahsiyet-i mâneviyesine çeviriyordum. Ve bana benim haddimden yüz derece ziyade hisse veriyorsunuz diye bir cihette hatırlarını kırıyordum. Acaba hiç bir kanun, müstenkif olan ve râzı olmayan bir adamı başkalarının onu medhetmesiyle suçlu yapar mı ki,kanun namına hareket eden resmî me'mur beni suçlu yapıyor?
Her neşrettiğimiz aleyhimizde yazılan kararnamenin ellidördüncü sahifesinde: Hem Nur'un mesleğinde hiç bir cihette benlik, şahsiyet ve şahsi makamları arzu etmek şan ve şeref kazanmak olmaz. Nur'daki ihlâsi bozmamak için, uhrevî makamat dahi bana verilse, bırakmağa kendimi mecbur biliyorum diye kararnamede yazdıkları...
Ve yine kararnamede yirmi ikinci ve üçüncü sahifesinde "kusurunu bilmek fakr ve aczini anlamak, tezellül ile dergâh-ı İlâhîyeye iltica etmek ki; o şahsiyetle kendimi herkesten ziyade bîçâre, âciz, kusurlu görüyorum, O halde, bütün halk beni medh ve sena etse, beni inandıramazlar ki iyiyim, sahib-i kemalim. Sizi bütün bütün kaçırmamak için, üçüncü hakikî şahsiyetimin gizli çok fenalıklarını ve sû-i hallerini söylemiyeceğim.. Cenab-ı Hak inayetiyle en edna bir nefer gibi, bu şahsımı esrar-ı Kur'aniye'de istihdam ediyor. Yüzbin şükür olsun. "Nefis cümleden edna, vazife cümleden âlâ." fıkrasını, kararnamede yazdıkları halde, beni başka zâtların medhiyle ve Risale-i Nur mânasiyle bana bir hidayet edici vasfını vermekle, beni suçlu yapanlar, elbette bu hatâlarının cezasını dehşetli çekmeğe müstehak olurlar.
Başıma gelen musîbetlerden yedincisi: Biz ve umum Nur risaleleri Denizli ve Ankara ağır ceza ve temyiz mahkemelerinin ittifakıyla beraet ettiğimiz ve umum risale ve mektublarımızı bize iade ettikleri ve "Temyizin bozma kararında, Denizli beraetinde faraza bir hatâ dahi olsa, o beraet ve hüküm kat'iyyet kesbetmeştir, daha tekrar muhakeme edilmez." dedikleri halde, ben Emirdağında üç sene münzevi ve iki - üç terzi çırağı nöbetle bana hizmet ve pek nadir olarak, beş-on dakika bazı dindar zâtlardan başka, zaruret olmadan konuşmayan ve tek bir yere Nurlara teşvik için haftada bir tek mektuptan başka muhabere etmiyen ve kendi müftü kardeşine üç senede üç mektubdan başka yazmayan ve yirmi otuz seneden beri devam eden te'lifini bırakan, yalnız bütün ehl-i Kur'an ve îmana menfaatlı yirmi sahifelik iki nükte,
(Biri : Kur'an'daki tekrarların hikmeti, diğeri: Melekler hakkındaki bazı mes'elelerden) başka hiçbir risale daha te'lif etmeyen; ve yalnız mahkemelerin iade ettikleri risalelerin büyük mecmualar yapılmasına ve eski harf ile tab'edilen "Âyet-ül kübrâ" nın beşyüz nüshası mahkeme tarafından bize teslim edildiğinden ve teksir makinesi resmen yasak olmadığından, Alem-i İslâm'ın istifadesi fikriyle kardeşlerime neşr için teksirine izin vererek, onların tashihleri ile meşgul olan ve kat'iyyen hiç bir siyasetle alâkadar olmıyan ve memleketine gitmek için,resmen izin verildiği halde, bütün menfilere muhalif olarak dünyaya ve siyasete karışmamak için, sıkıntılı bir gurbeti kabul edip, memleketine gitmeyen bir adam hakkında, bu üçüncü ittihamnâmedeki asılsız isnadlarla ve yalan bahisler ve yanlış mânalarla o adamı suçlu yapmağa çalışanda -şimdilik söylemiyeceğim- dehşetli iki mâna hükmettiğini, bu yirmi ayda bana karşı muamelesi isbat ediyor. Ben de derim: Kabir ve sakar yeter, mahkeme-i kübraya havale ediyorum.
Elbette ben onların hüsn-ü zanlarını ve samimane medihlerini bütün bütün reddetmek ve hatırlarını tekdir ile kırmak o hazine-i Kur'aniyeden alınan Nurlara bir ihanet ve adâvet hükmüne geçer diye o elmas kalemli ve kahraman kalbli muavinleri kaçırmamak için onların âdi ve müflis şahsıma karşı medh-ü senalarını, asıl mal sahibi ve bir mânevî mu'cize-i Kur'âniye olan Risale-i Nur'a ve has şâkirdlerinin şahsiyet-i mâneviyesine çeviriyordum. Ve bana benim haddimden yüz derece ziyade hisse veriyorsunuz diye bir cihette hatırlarını kırıyordum. Acaba hiç bir kanun, müstenkif olan ve râzı olmayan bir adamı başkalarının onu medhetmesiyle suçlu yapar mı ki,kanun namına hareket eden resmî me'mur beni suçlu yapıyor?
Her neşrettiğimiz aleyhimizde yazılan kararnamenin ellidördüncü sahifesinde: Hem Nur'un mesleğinde hiç bir cihette benlik, şahsiyet ve şahsi makamları arzu etmek şan ve şeref kazanmak olmaz. Nur'daki ihlâsi bozmamak için, uhrevî makamat dahi bana verilse, bırakmağa kendimi mecbur biliyorum diye kararnamede yazdıkları...
Ve yine kararnamede yirmi ikinci ve üçüncü sahifesinde "kusurunu bilmek fakr ve aczini anlamak, tezellül ile dergâh-ı İlâhîyeye iltica etmek ki; o şahsiyetle kendimi herkesten ziyade bîçâre, âciz, kusurlu görüyorum, O halde, bütün halk beni medh ve sena etse, beni inandıramazlar ki iyiyim, sahib-i kemalim. Sizi bütün bütün kaçırmamak için, üçüncü hakikî şahsiyetimin gizli çok fenalıklarını ve sû-i hallerini söylemiyeceğim.. Cenab-ı Hak inayetiyle en edna bir nefer gibi, bu şahsımı esrar-ı Kur'aniye'de istihdam ediyor. Yüzbin şükür olsun. "Nefis cümleden edna, vazife cümleden âlâ." fıkrasını, kararnamede yazdıkları halde, beni başka zâtların medhiyle ve Risale-i Nur mânasiyle bana bir hidayet edici vasfını vermekle, beni suçlu yapanlar, elbette bu hatâlarının cezasını dehşetli çekmeğe müstehak olurlar.
Başıma gelen musîbetlerden yedincisi: Biz ve umum Nur risaleleri Denizli ve Ankara ağır ceza ve temyiz mahkemelerinin ittifakıyla beraet ettiğimiz ve umum risale ve mektublarımızı bize iade ettikleri ve "Temyizin bozma kararında, Denizli beraetinde faraza bir hatâ dahi olsa, o beraet ve hüküm kat'iyyet kesbetmeştir, daha tekrar muhakeme edilmez." dedikleri halde, ben Emirdağında üç sene münzevi ve iki - üç terzi çırağı nöbetle bana hizmet ve pek nadir olarak, beş-on dakika bazı dindar zâtlardan başka, zaruret olmadan konuşmayan ve tek bir yere Nurlara teşvik için haftada bir tek mektuptan başka muhabere etmiyen ve kendi müftü kardeşine üç senede üç mektubdan başka yazmayan ve yirmi otuz seneden beri devam eden te'lifini bırakan, yalnız bütün ehl-i Kur'an ve îmana menfaatlı yirmi sahifelik iki nükte,
(Biri : Kur'an'daki tekrarların hikmeti, diğeri: Melekler hakkındaki bazı mes'elelerden) başka hiçbir risale daha te'lif etmeyen; ve yalnız mahkemelerin iade ettikleri risalelerin büyük mecmualar yapılmasına ve eski harf ile tab'edilen "Âyet-ül kübrâ" nın beşyüz nüshası mahkeme tarafından bize teslim edildiğinden ve teksir makinesi resmen yasak olmadığından, Alem-i İslâm'ın istifadesi fikriyle kardeşlerime neşr için teksirine izin vererek, onların tashihleri ile meşgul olan ve kat'iyyen hiç bir siyasetle alâkadar olmıyan ve memleketine gitmek için,resmen izin verildiği halde, bütün menfilere muhalif olarak dünyaya ve siyasete karışmamak için, sıkıntılı bir gurbeti kabul edip, memleketine gitmeyen bir adam hakkında, bu üçüncü ittihamnâmedeki asılsız isnadlarla ve yalan bahisler ve yanlış mânalarla o adamı suçlu yapmağa çalışanda -şimdilik söylemiyeceğim- dehşetli iki mâna hükmettiğini, bu yirmi ayda bana karşı muamelesi isbat ediyor. Ben de derim: Kabir ve sakar yeter, mahkeme-i kübraya havale ediyorum.
Ses Yok