Tiryak | Tiryak | 21
(1-30)
Elcevap: Hayat-ı ictimâiye-i beşeriyede bir çığır açan, eğer kâinattaki kanun-u fıtrata muvâfık gelmezse; hayırlı işlerde ve terakkida muvaffak olamaz. Bütün hareketi şer ve tahrip hesabına geçer. Madem kanun-u fıtrata tatbik-i harekete mecburiyet var; elbette fıtrat-ı beşeriyeyi değiştirmek ve nev'i beşerin hilkatindeki hikmet-i esasiyeyi kaldırmakla mutlak müsavat kanunu tatbik edilebilir. Evet: Ben, neseben ve hayatça avam tabakasındanım. Ve meşreben ve fikren, "Müsâvât-ı hukuk" mesleğini kabul edenlerdenim. Ve şefkaten ve İslâmiyetten gelen sırr-ı adalet ile burjuva denilen tabaka-i havassın istibdat ve tahakkümlerine karşı eskiden beri muhalefetle çalışanlardanım. Onun için, bütün kuvvetimle adalet-i tâmme lehinde zulüm ve tagallüb ve tahakküm ve istibdadın aleyhindeyim.
Fakat nev'i beşerin fıtratı ve sırr-ı hikmeti, müsâvât-ı mutlaka kanununa zıddır. Çünkü Fâtır-ı Hâkim, kemal-i kudret ve hikmetini göstermek için, az bir şeyden çok mahsûlât aldırır ve bir sahifede çok kitabları yazdırır ve birşey ile çok vazifeleri yaptırdığı gibi, beşer nev'i ile de binler nev'in vazifelerini gördürür.
İşte o sırr-ı azîmdendir ki: Cenab-ı Hak, insan nev'ini binler nevileri sünbül verecek ve hayvanatın sair binler nevileri kadar tabakat gösterecek bir fıtratta yaratmıştır. Sair hayvanat gibi kuvâlarına, latifelerine, duygularına had konulmamış; serbest bırakıp hadsiz makamatta gezecek istidat verdiğinden, bir nevi iken binler nevi hükmüne geçtiği içindir ki, Arzın halifesi ve kâinatın neticesi ve zîhayatın sultanı hükmüne geçmiştir.
İşte nev-i insanın tenevvüünün en mühim mâyesi ve zenbereği; müsabaka ile, hakiki îmanlı fazilettir. Fazileti kaldırmak, mahiyet-i beşeriyenin tebdîliyle, aklın söndürülmesiyle, kalbin öldürülmesiyle, ruhun mahvedilmesiyle olabilir. Evet şu hürriyet perdesi altında müdhiş bir istibdadı taşıyan şu asrın gaddar yüzüne çarpılmaya lâyık iken; ve halbuki o tokada müstahak olmayan gayet mühim bir zâtın yanlış olarak yüzüne savrulan kâmilâne şu:
Ne mümkün zulmile, bîdâd ile, imhayı hürriyet;
Çalış idraki kaldır, muktedirsen âdemiyetten.
Sözünün yerine bu asrın yüzüne çarpmak için ben de derim:
Ne mümkün zulmile, bîdâd ile, imhayı hakikat;
Çalış kalbi kaldır, muktedirsen âdemiyyetten.
Veyahud:
Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile, imhayı fazilet;
Çalış vicdanı kaldır, muktedirsen âdemiyyetten.
Evet, îmanlı fazilet, medar-ı tahakküm olmadığı gibi sebeb-i istibdat da olamaz. Tahakküm ve tagallüb etmek, faziletsizliktir. Ve bilhassa ehl-i faziletin en mühim meşrebi, acz ve fakr ve tevazu ile hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye karışmak tarzındadır. "LİLLAHİL HAMD" bu meşreb üstünde hayatımız gitmiş ve gidiyor. Ben kendimde fazilet var diye fahr suretinde dâva etmiyorum. Fakat nîmet-i İlâhiyyeyi tahdis suretinde şükretmek niyetiyle diyorum ki: Cenab-ı Hak fazl ve keremiyle, ulûm-u imaniye ve Kur'âniyeye çalışmak ve fehmetmek faziletini ihsan etmiştir. Bu ihsan-ı İlâhîyi bütün hayatımda "LİLLAHİL HAMD" tevfik-ı İlâhî ile şu millet-i İslâmiyenin menfaatine, saadetine sarfederek; ve hiçbir vakit vasıta-i tahakküm ve tagallüb olmadığı gibi, ekser ehl-i gafletçe matlub olan teveccüh-ü nas ve hüsn-ü kabul-ü halk dahi, mühim bir sırra binaen benim menfûrumdur; onlardan kaçıyorum. Yirmi sene eski hayatımı zâyi ettiği için onları kendime muzır görüyorum. Fakat Risale-i Nuru beğenmelerine bir emare biliyorum, onları küstürmüyorum.
İşte ey ehl-i dünya! Dünyanıza hiç karışmadığım ve prensiplerinizle hiçbir cihet-i temasım bulunmadığı haldeve dokuz sene esaretteki bu hayatımın şehadetiyle yeniden dünyaya karışmaya hiçbir niyet ve arzum yokken, bana eski bir mütegallib ve daima fırsatı bekliyen ve fikr-i istibdat ve tahakkümü taşıyan bir adam gibi, yapılan bunca tarassut ve tazyikiniz, hangi kanun iledir? Hangi maslahat iledir? Dünyada hiçbir hükûmet böyle fevkalkanun ve hiçbir ferdin tasvîbine mazhar olmıyan bir muameleye müsaade etmediği halde bana karşı yapılan bu kadar bed muamelelere, yalnız değil benim küsmem, belki eğer bilse nev-i beşer küser, belki Kâinat küsüyor!...
Fakat nev'i beşerin fıtratı ve sırr-ı hikmeti, müsâvât-ı mutlaka kanununa zıddır. Çünkü Fâtır-ı Hâkim, kemal-i kudret ve hikmetini göstermek için, az bir şeyden çok mahsûlât aldırır ve bir sahifede çok kitabları yazdırır ve birşey ile çok vazifeleri yaptırdığı gibi, beşer nev'i ile de binler nev'in vazifelerini gördürür.
İşte o sırr-ı azîmdendir ki: Cenab-ı Hak, insan nev'ini binler nevileri sünbül verecek ve hayvanatın sair binler nevileri kadar tabakat gösterecek bir fıtratta yaratmıştır. Sair hayvanat gibi kuvâlarına, latifelerine, duygularına had konulmamış; serbest bırakıp hadsiz makamatta gezecek istidat verdiğinden, bir nevi iken binler nevi hükmüne geçtiği içindir ki, Arzın halifesi ve kâinatın neticesi ve zîhayatın sultanı hükmüne geçmiştir.
İşte nev-i insanın tenevvüünün en mühim mâyesi ve zenbereği; müsabaka ile, hakiki îmanlı fazilettir. Fazileti kaldırmak, mahiyet-i beşeriyenin tebdîliyle, aklın söndürülmesiyle, kalbin öldürülmesiyle, ruhun mahvedilmesiyle olabilir. Evet şu hürriyet perdesi altında müdhiş bir istibdadı taşıyan şu asrın gaddar yüzüne çarpılmaya lâyık iken; ve halbuki o tokada müstahak olmayan gayet mühim bir zâtın yanlış olarak yüzüne savrulan kâmilâne şu:
Ne mümkün zulmile, bîdâd ile, imhayı hürriyet;
Çalış idraki kaldır, muktedirsen âdemiyetten.
Sözünün yerine bu asrın yüzüne çarpmak için ben de derim:
Ne mümkün zulmile, bîdâd ile, imhayı hakikat;
Çalış kalbi kaldır, muktedirsen âdemiyyetten.
Veyahud:
Ne mümkün zulm ile, bîdâd ile, imhayı fazilet;
Çalış vicdanı kaldır, muktedirsen âdemiyyetten.
Evet, îmanlı fazilet, medar-ı tahakküm olmadığı gibi sebeb-i istibdat da olamaz. Tahakküm ve tagallüb etmek, faziletsizliktir. Ve bilhassa ehl-i faziletin en mühim meşrebi, acz ve fakr ve tevazu ile hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye karışmak tarzındadır. "LİLLAHİL HAMD" bu meşreb üstünde hayatımız gitmiş ve gidiyor. Ben kendimde fazilet var diye fahr suretinde dâva etmiyorum. Fakat nîmet-i İlâhiyyeyi tahdis suretinde şükretmek niyetiyle diyorum ki: Cenab-ı Hak fazl ve keremiyle, ulûm-u imaniye ve Kur'âniyeye çalışmak ve fehmetmek faziletini ihsan etmiştir. Bu ihsan-ı İlâhîyi bütün hayatımda "LİLLAHİL HAMD" tevfik-ı İlâhî ile şu millet-i İslâmiyenin menfaatine, saadetine sarfederek; ve hiçbir vakit vasıta-i tahakküm ve tagallüb olmadığı gibi, ekser ehl-i gafletçe matlub olan teveccüh-ü nas ve hüsn-ü kabul-ü halk dahi, mühim bir sırra binaen benim menfûrumdur; onlardan kaçıyorum. Yirmi sene eski hayatımı zâyi ettiği için onları kendime muzır görüyorum. Fakat Risale-i Nuru beğenmelerine bir emare biliyorum, onları küstürmüyorum.
İşte ey ehl-i dünya! Dünyanıza hiç karışmadığım ve prensiplerinizle hiçbir cihet-i temasım bulunmadığı haldeve dokuz sene esaretteki bu hayatımın şehadetiyle yeniden dünyaya karışmaya hiçbir niyet ve arzum yokken, bana eski bir mütegallib ve daima fırsatı bekliyen ve fikr-i istibdat ve tahakkümü taşıyan bir adam gibi, yapılan bunca tarassut ve tazyikiniz, hangi kanun iledir? Hangi maslahat iledir? Dünyada hiçbir hükûmet böyle fevkalkanun ve hiçbir ferdin tasvîbine mazhar olmıyan bir muameleye müsaade etmediği halde bana karşı yapılan bu kadar bed muamelelere, yalnız değil benim küsmem, belki eğer bilse nev-i beşer küser, belki Kâinat küsüyor!...
Ses Yok