Tiryak | Tiryak | 9
(1-30)
Birincisi: İhtiyarlık mevsimiyle; dünyevî, güzel ve câzibedar şeyler üstünde fena ve zevalin damgasını ve acı mânasını göstererek o insanı dünyadan ürkütüp o fâniye bedel, bir bâki matlubu arattırıyor.
İkincisi: İnsanın alâka peyda ettiği bütün ahbablardan yüzde doksan dokuzu, dünyadan gidip diğer bir âleme yerleştikleri için, o ciddî muhabbet sâikasiyle o ahbabın gittiği yere bir iştiyak ihsan edip, mevt ve eceli mesrurane karşılattırıyor.
Üçüncüsü: İnsandaki nihayetsiz zaifliği ve âcizliği, bazı müsibetlerle ihsas ettirip, hayat yükü ve yaşamak tekâlifi ne kadar ağır olduğunu anlattırıp, istirahata ciddî bir arzu ve bir diyar-ı âhere gitmeye samimî bir şevk veriyor.
Dördüncüsü: İnsan-ı mü'mine nur-u îman ile gösterir ki: Mevt, îdam değil; tebdil-i mekândır. Kabir, zulümatlı bir kuyu ağzı değil; nuraniyetli âlemlerin kapısıdır. Dünya ise, bütün şa'şaasiyle beraber âhirete nisbeten bir zindan hükmündedir. Elbette; zindan-ı dünyadan bostan-ı cinâna çıkmak ve müz'ic dağdağa-i hayat-ı cismaniyyeden âlem-i rahata ve meydan-ı tayeran-ı ervaha geçmek ve mahlûkatın sıkıntılı gürültüsünden sıyrılıp Huzur-u Rahman'a gitmek; bin can ile arzu edilir bir seyahattir, belki bir saadettir.
Beşincisi: Kur'anı dinleyen insana, Kur'andaki ilm-i hakikatı ve o nur-u hakikatle dünyanın mahiyetini bildirmekliği ile dünyaya aşk ve alâka pek mânasız olduğunu anlatmaktır. Yâni, insana der ve isbat eder ki: "Dünya, bir kitabı Samedânîdir. Huruf ve kelimâtı, nefislerine değil; belki,başkasının zât ve sıfât ve esmâsına delâlet ediyorlar. Öyle ise, mânasını bil, al, nukuşunu bırak, git...
Hem bir mezraadır, ek ve mahsulünü al, muhafaza et; müzahrafatını at, ehemmiyet verme...
Hem birbiri arkasında daim gelen geçen âyineler mecmuasıdır, Öyle ise, onlarda tecelli edeni bil, envarını gör ve onlarda tezahür eden esmânın tecelliyatını anla ve müsemmalarını sev ve zevale ve kırılmaya mahkûm olan o cam parçalarından alâkanı kes...
Hem seyyar bir ticaretgâhtır. Öyle ise alış verişini yap, gel ve senden kaçan ve sana iltifat etmiyen kafilelerin arkalarından beyhude koşma, yorulma...
Hem muvakkat bir seyrangâhtır. Öyle ise, nazar-ı ibretle bak ve zâhirî çirkin yüzüne değil ; belki Cemîl-i Bâki'ye bakan gizli, güzel yüzüne dikkat et, hoş ve faideli bir tenezzüh yap dön ve o güzel manzaraları irae eden ve güzelleri gösteren perdelerin kapanmasiyle akılsız çocuk gibi ağlama, merak etme...
Hem bir misafirhânedir. Öyle ise, onu yapan Mihmandar-ı Kerîm'in izni dairesinde ye, iç, şükret. Kanunu dairesinde işle, hareket et. Sonra arkana bakma, çık git. Herzekârane fuzulî bir surette karışma. Senden ayrılan ve sana ait olmayan şeylerle mânasız uğraşma ve geçici işlerine bağlanıp boğulma..." gibi zâhir hakikatlarla dünyanin iç yüzündeki esrarı gösterip, dünyadan müfarakati gayet hafifleştirir, belki hüşyar olanlara sevdirir ve rahmetinin herşeyde ve herşe' ninde bir izi bulunduğunu gösterir. İşte Kur'an şu beş veche işaret ettiği gibi, başka hususî vecihlere dahi âyât-ı Kur'aniyye işaret ediyor.
Veyl o kimseye ki, şu beş vecihden bir hissesi olmıya...
İkincisi: İnsanın alâka peyda ettiği bütün ahbablardan yüzde doksan dokuzu, dünyadan gidip diğer bir âleme yerleştikleri için, o ciddî muhabbet sâikasiyle o ahbabın gittiği yere bir iştiyak ihsan edip, mevt ve eceli mesrurane karşılattırıyor.
Üçüncüsü: İnsandaki nihayetsiz zaifliği ve âcizliği, bazı müsibetlerle ihsas ettirip, hayat yükü ve yaşamak tekâlifi ne kadar ağır olduğunu anlattırıp, istirahata ciddî bir arzu ve bir diyar-ı âhere gitmeye samimî bir şevk veriyor.
Dördüncüsü: İnsan-ı mü'mine nur-u îman ile gösterir ki: Mevt, îdam değil; tebdil-i mekândır. Kabir, zulümatlı bir kuyu ağzı değil; nuraniyetli âlemlerin kapısıdır. Dünya ise, bütün şa'şaasiyle beraber âhirete nisbeten bir zindan hükmündedir. Elbette; zindan-ı dünyadan bostan-ı cinâna çıkmak ve müz'ic dağdağa-i hayat-ı cismaniyyeden âlem-i rahata ve meydan-ı tayeran-ı ervaha geçmek ve mahlûkatın sıkıntılı gürültüsünden sıyrılıp Huzur-u Rahman'a gitmek; bin can ile arzu edilir bir seyahattir, belki bir saadettir.
Beşincisi: Kur'anı dinleyen insana, Kur'andaki ilm-i hakikatı ve o nur-u hakikatle dünyanın mahiyetini bildirmekliği ile dünyaya aşk ve alâka pek mânasız olduğunu anlatmaktır. Yâni, insana der ve isbat eder ki: "Dünya, bir kitabı Samedânîdir. Huruf ve kelimâtı, nefislerine değil; belki,başkasının zât ve sıfât ve esmâsına delâlet ediyorlar. Öyle ise, mânasını bil, al, nukuşunu bırak, git...
Hem bir mezraadır, ek ve mahsulünü al, muhafaza et; müzahrafatını at, ehemmiyet verme...
Hem birbiri arkasında daim gelen geçen âyineler mecmuasıdır, Öyle ise, onlarda tecelli edeni bil, envarını gör ve onlarda tezahür eden esmânın tecelliyatını anla ve müsemmalarını sev ve zevale ve kırılmaya mahkûm olan o cam parçalarından alâkanı kes...
Hem seyyar bir ticaretgâhtır. Öyle ise alış verişini yap, gel ve senden kaçan ve sana iltifat etmiyen kafilelerin arkalarından beyhude koşma, yorulma...
Hem muvakkat bir seyrangâhtır. Öyle ise, nazar-ı ibretle bak ve zâhirî çirkin yüzüne değil ; belki Cemîl-i Bâki'ye bakan gizli, güzel yüzüne dikkat et, hoş ve faideli bir tenezzüh yap dön ve o güzel manzaraları irae eden ve güzelleri gösteren perdelerin kapanmasiyle akılsız çocuk gibi ağlama, merak etme...
Hem bir misafirhânedir. Öyle ise, onu yapan Mihmandar-ı Kerîm'in izni dairesinde ye, iç, şükret. Kanunu dairesinde işle, hareket et. Sonra arkana bakma, çık git. Herzekârane fuzulî bir surette karışma. Senden ayrılan ve sana ait olmayan şeylerle mânasız uğraşma ve geçici işlerine bağlanıp boğulma..." gibi zâhir hakikatlarla dünyanin iç yüzündeki esrarı gösterip, dünyadan müfarakati gayet hafifleştirir, belki hüşyar olanlara sevdirir ve rahmetinin herşeyde ve herşe' ninde bir izi bulunduğunu gösterir. İşte Kur'an şu beş veche işaret ettiği gibi, başka hususî vecihlere dahi âyât-ı Kur'aniyye işaret ediyor.
Veyl o kimseye ki, şu beş vecihden bir hissesi olmıya...
Ses Yok