Kudsi Kaynaklar | Kudsi Kaynaklar | 121
(1-445)
BÖLÜM - 6
Hadîs usûlü hakkında yürütülen cerh, nakd ve ta'dilin vaz' edilmiş olan kanun ve kaidelerinin gaye ve hedefleri ve ıstılahlarının asıl mânaları...
Bu bölüm, iki fasıldan ibaret olması lâzımdır. Birisi: Hadîs usûlünün vaz' edilişinin gaye ve hedefi...
İkincisi de: Muhaddislerce hadîsin senedlerine göre kullanılar ıstılahların asıl mâna ve mefhumlarıdır.
BİRİNCİ FASIL: Hadîs usûlü hakkında yürütülen cerh ve ta'dil kanunlarının gaye ve hedefleri hülâsaten şöyledir:
Üst taraflarda da yer yer temas ettiğimiz gibi, Hicrî 2. asrın içinde başlayan mevzu' hadîser dedikodusu, fitne halinde zuhur etmeye başlayınca, en başta İmam-ı Buharî olarak hıfzına almış olduğu, ya da bunların mühim kısmını El-Cami-ül Kebir eserinde kaydettiği beşyüz bin hadîslerin içinden "ElCami-üs Sahih" eserini süzerek çıkardı. Sonra İmam-ı Müslim onu takib etti. Cerh ve ta'dil usûlü, Buharî'den evvel de başlamıştı. İmam-ı Zehebî Mizan-ül İ'tidal eserinin Mukaddemesinde bu mes'ele için şöyle demiş: "En evvel bu ilme i'tina ile eğilen hadîs hâfızları ve imamalarından Yahya bin Said-i Kattan'dır. Sonra bunun talebelerinden Yahya bin Maîn ve Ali İbn-ül Müdeynî ve Ahmed bin Hanbel ve Ömer bin Fellas ve Ebu Hayseme ve bunların talebelerinden Ebu Zer'a ve Ebu Hatem ve Buharî ve Müslim ve Ebu İshak-ı Cevzekanî'dir. Sonraları birçok ülema da bu işe el attılar.Meselâ, Nesaî, İbn-i Huzeyme, Tirmizî ve Dolabî gibi zâtlar...
Hadîs ilminin tedvin edilen ilk ilmi, cerh ve ta'dil ilmidir. Bu ilmin gaye ve hedefi ise, Sünnet-i Seniye'yi beyan eden hadîs-i şeriflerin muhafazası, tasfiye ve tezhibidir. Yani, hadîsleri nakil ve rivayet edenlerin ve her bir hadîsin rivayet silsilesine giren insanların hal ve durumlarını incelemekten ibarettir. Bunnu neticesinde de hadîslerin rivayet yollarında yalancı, fâsık, hevaî ve bid'atkâr kimselerin bulunup bulunmadığını tesbit etmektir. Rivayet silsilesi bu şekilde tesbit edildikten sonra da, hadîsin metin ve mâna ve Arabiyeti cihetinde rekâbet bulunup bulunmama, garabet ciheti ve nihayet Kur'an ve sair Ehadîs-i Sahihanın mânalarına mugayereti bulunup bulunmama taraftarı; dirayet ilmi denilen ve ilimde rüsûh ve kemal isteyen bir süzgeçten geçirme işini te tatbik etmektir.
İkinci Hicrî asrın sonuna kadar sadece bu ilim ile hadîsler umumiyeti itibariyle ölçülüyor ve tartılıyordu. Yani o zamanlar hadîs-i şerifler iki çeşitti.. ya sağlam ve sahihdi, yahudda sakim ve zaifdi. Muhaddisler bu tatbikatı yaparlarken, o zamanda dahi, her mes'elede ittifakları hasıl olmuyordu. Yani meselâ; birisi bir hadîsin rivayet silsilesindeki insanların bazılarını zaif hattâ metrûk sayarken, başkaları aynı insanları ve dürüst addedebiliyordu. Tabiri caiz ise; fikir hürriyeti, kelâm serbestiyeti ve kîyl u kalden çekinmeme tarafsızlığı muhaddisler arasında bihakkın kemaliye hükümrandı. Bu iltilâfın da elbetteki sebebleri vardı. Bunlardan birisi: Vahyin hükmüyle tesbit edilmiş kat'î ve muhkem kaideler olmayışı... Yani Resulullah (A.S.M.) tarafından; "Şu şu insanların rivayet ettikleri benim hadîsimdir. Şu ve şunlardaki ise, benim hadîsim değildir." gibi yüzde yüz kat'î hükümlü bir kaide olmayışı...
Saniyen: Meselâ Kûfe'de yaşayan bir hadîs âliminin, Medine'de yaşayan ve yaşamış insanların halleri hakkında ne kadar kuvvetli malumat elde etmiş olsa da, orada bulunan bir diğer muhaddis kadar ve oranın halkı kadar malumatı olamıyacağı için, Kûfe'deki muhaddis, Medine'li birisi için zaif demişse, Medine'deki muhaddis aynı o insan hakkında, ya kendisi bizzat, ya da oranın halkından aldığı malumat ile onun aksini iddia edebilirdi. Hadîsin râvilerinin hal ve durumları itibariyle az da olsa, muhaddisler arasında bu gibi ihtilâflar vaki' olduğu gibi; hadîsin metni ve Arabiyeti, mânası ve sairesi de, dirayet ilmi hesabıyla görüş ayrılıklarına sebeb oluyordu ve olmuştur da. Bu yazdıklarımızın bazı örneklerini İkinci Faslın "Zaif ve Mevzu Hadîsler" kısmında arzetmeye çalışacağız, inşâalah.
Yine bu kabilden olarak, müteahhir ülemasından İmam-ı Zebidî gibi bazı büyük ülema, hadîsin rivayet silsilesinde yer alan insanların bazılarının tek-tük yalanları tesbit edilmiş olsa dahi, o adamların bütün sözleri ve rivayet ettikleri umum hadîsler yalandır ve mevzu'dur denilemez demişler. (*) Aynı İmam-ı Zebidî'nin kanaatı doğrultusunda görüş izhar eden Hindistan'lı Habi burrahman El-Azamî ise, diyor ki: "Bir iki hadîs hâfızı bir hadîsin râvisi için deseler ki; "Filan kes, bazan mevzu' hadîsleri söylüyor. Öyle ise, aynı adamın sair hadîsleri de hepsi mevzulukla müttehemdir." diye hüküm ve karara varmak cehalettir. (Bar: Elbani Ahtauhû ve Şühûzuhu 3/172)
________________________________
(*) Ukud-ul Cevahir-il Münife Mukaddemesi
Ses Yok