Kudsi Kaynaklar | Kudsi Kaynaklar | 122
(1-445)
İşte bunlar dahi hadîs hususunda birer görüştüler. Filhakika "Yalancının evi yanmış, adam feryad-ı figân etmiş. Fakat kimse ona inanmamış." darb-ı meseli gibi; zındık ve münafık oldukları ve dalâlet üzere olan belli mesleklerde bulundukları kesin şekilde isbatlanmış kimseler hâriç kalmak şartıyla, bîçare, saf bazı kimselerin bir iki yalan söylemiş olmasıyla, artık onun her dediği yalandır diye hüküm edilmemesi icab eder. Çünki olabilir ki; bir iki def'a yalan söylemiş olabilen bu gibi insanların yanında çok mühim bazı hadîs-i şeriflerin bulunabilme ihtimali gözönünden uzak tutulmamalıdır. Lâkin bu insaf düsturu,
ahkâm-ı Şeriata ve akaid-i İslâmiyete bakan mes'elelerde tatbik edilmesi mevzubahis değildir ve olmamıştır da...
Burada bize göre çok önemli şu noktayı da (*) kaydetmek isterim ki; bu gün âlem-i İslâmda mevcud ve tâ günümüze kadar muhafaza edilip gelmiş ve büyük bir kısmı da bazı tahkik ve tahriçlerle tensik edilmiş ve ehemmiyetle tab' edilmiş ve her birisi çok büyük birer hadîs imamı ve hâfızının eseri olan ve Kütüb-ü Sitte dışında kalan elli, altmıştan ziyade hadîs kitaplarını, hürmet ve edeb içinde karşılamak gerekli olduğunu düşünüyoruz. Zira mademki bu kitaplar uzun asırlardan beri muhafaza edilip gelmişler. Şayet içlerinde muhaddislerin cerh ve ta'dil kanunlarına göre çok zaif, hattâ metrûk hadîsler de bulunsa; şahsen amel edip etmeme işi kişinin ihtiyarına bırakılmak sûretiyle, onlara ilişmemek icab eder.
Bununla beraber, Kütüb-ü Sitte'nin dışındaki hadîs kitaplarında bir çok sahih hadîsler mevcud olduğunu ve hattâ ahkâm-ı İslâmiye ve akaid-i diniyenin mühim olan hadîsleri bu kitaplardan da alındığı ve makbul hadîsleri sadece Kütüb-ü Sitte'ye münhasır kabul etmenin çok yanlış ve hata ve cehalet olacağı gözönünden uzak tutulmamalıdır.
Evet, meselâ Sünen-i Daremî, Darekutnî, Muvatta', Müsned-i Ahmed, Müsned-i Müsedded ve Müsned-i Ebubekir bin Ebi Şeybe, Müsned-i Bezzar, Müsned-i Haris bin Ebi Hüsame, Sahih-i İbn-i Hibban, Sahih-i İbn-i Huzeyme, Müstedrek-ül Hâkim, Maacim-i Taberanî, Mu'cem-i İbn-i Cumey, ElMünteka İbn-ül Carud gibi makbul ve meşhur birçok hadîs kitapları daha vardır.
Şayet meraklı bir araştırmacı mezkûr kitaplardan bazı hadîsleri inceliyorsa, muhaddislerin topyekûn görüşlerini öğrendikten sonra, nihayette ekse riyet tarafı hangi cihette ise, ona göre: "Bu hadîs, senedi itibariyle, muhaddislerin ekseriyetinin görüşüne göre mertebesi şudur." diyebilir. Yoksa sadece bir-iki müteşeddid hadîs tenkidçisinin görüşünü izhar ederek, kesin karar verenin hükmü hakikat olmayacağı gibi; bunun aksini söyleyen sair büyük muhaddislerin reylerine de hürmetsizlik etmiş olacağı bilinmelidir.
Nasılki zamanımızın süperlik hülyasına kapılan âlim namı altındaki bazı hocalar, büyük muhaddislerin, meselâ "Bu hadîs zaiftir." dedikleri zaman, âdeta bu zaifi mevzu' telâkki edercesine davranış gösterirler ve izhar-ı fazıl sûretinde ilim-füruşluk yaparlar. Halbuki muhaddislerin mutlak ekseriyetinin "Zaif" tabirinden anladıkları mâna şöyledir:
Yani; "Bu hadîs senedi itibariyle sahihlerin mertebesinde değildir. Amma çoğu zaman ifade ettiği mânası ve yine çoğu zaman sahih hadîslerin mânalarına muvafık olan ifadesiyle; hadîs aynen hadîstir" diye telâkki içindedirler.
Hem zaif hadîs ile, mevzu' arasında geniş ve büyük dereler vardır. Yani bir zaif hadîs, zaif olmakla beraber, yine hadîs olarak kalır. Amma hiçbir zaman mevzu' bir hadîs değildir ve olamaz.
Cerh, nakd ve ta'dil nedir?
Cerh ve nakd, ikisi de aynı mânada kullanılmış. Lûgatça mânası: Yaralama, tenkid etme, kusur tarafını izhar etme şeklindedir. Ta'dil ise, cerh ve tenkid yerine, hadîsin râvisinin adaletini ve dürüstlüğünü izhar ve isbat etmektir. Böylece, hadîsin râvilerini cerh etme işi birkaç şekilde olmuştur:
Birisi: İspatlı bir şekilde onun yalanını göstermektir.
İkincisi: Hâfızasının sakatlığını ve karıştırıcılığını -eğer varsa- ispat edip göstermek...
Üçüncüsü: Fısk ve bid'atını -eğer varsa- ispatlamak...
Dördüncüsü: Tasavvufun aşırı gulüvvü, yani aşırı taşkınlığı içinde olduğunu ve hadîsleri naklederken bir çeşit cezbe ve sekir hâleti içerisinde söylediği tesbit etmek.. ve hâkeza, daha bunlara benzer birkaç durum dahi vardır. Ancak bu sıraladığımız hususlar hepsi yalnız Zaif hadîsler için kullanılmıştır.
Bir de Mevzu' hadîsleri tesbit etme kanunları vardır. Bu usûl ve kanunlar, ileride "Mevzu' Hadîsler Bölümü"nde geleceği için, burada ona girilmedi.
Cerh ve ta'dil hangisi evvel, hangisi sonra tatbik edilir?
Bu hususun geniş izahları cerh ve ta'dil kitaplarında yapılmıştır. Çok kısaca temas etmek istiyoruz. Çünki mevzu' hem çok geniştir, hem de muhad disler arasında ihtilâflı şekilde cereyan etmiştir. Ekser muhaddislerce ittifak edilmiş orta yollusunun hülâsası şöyledir:
Hadîs tenkidçileri ekseriyetle birisini cerh etmişlerse.. ve onu tezkiye edenler, cerh edenlerden az ise, o zaman yeniden onun ta'diline gidilmemesi icab eder. Amma eğer cerh edilen kimse, birçok kimseler tarafından tezkiyesi yapılmışsa ve onu medhedenler fazla ise, o zaman o cerh yersiz ve uygunsuzdur.
________________________
(*) Bu kitapta şu bahis birkaç defa tekrarlanmaktadır. Bilerek ve üstüne basa basa tekrarlanmıştır. Çünki bu, şarlatanların elinde ve dilinde hep dolaşan pek mühim bir mevzu'dur.
ahkâm-ı Şeriata ve akaid-i İslâmiyete bakan mes'elelerde tatbik edilmesi mevzubahis değildir ve olmamıştır da...
Burada bize göre çok önemli şu noktayı da (*) kaydetmek isterim ki; bu gün âlem-i İslâmda mevcud ve tâ günümüze kadar muhafaza edilip gelmiş ve büyük bir kısmı da bazı tahkik ve tahriçlerle tensik edilmiş ve ehemmiyetle tab' edilmiş ve her birisi çok büyük birer hadîs imamı ve hâfızının eseri olan ve Kütüb-ü Sitte dışında kalan elli, altmıştan ziyade hadîs kitaplarını, hürmet ve edeb içinde karşılamak gerekli olduğunu düşünüyoruz. Zira mademki bu kitaplar uzun asırlardan beri muhafaza edilip gelmişler. Şayet içlerinde muhaddislerin cerh ve ta'dil kanunlarına göre çok zaif, hattâ metrûk hadîsler de bulunsa; şahsen amel edip etmeme işi kişinin ihtiyarına bırakılmak sûretiyle, onlara ilişmemek icab eder.
Bununla beraber, Kütüb-ü Sitte'nin dışındaki hadîs kitaplarında bir çok sahih hadîsler mevcud olduğunu ve hattâ ahkâm-ı İslâmiye ve akaid-i diniyenin mühim olan hadîsleri bu kitaplardan da alındığı ve makbul hadîsleri sadece Kütüb-ü Sitte'ye münhasır kabul etmenin çok yanlış ve hata ve cehalet olacağı gözönünden uzak tutulmamalıdır.
Evet, meselâ Sünen-i Daremî, Darekutnî, Muvatta', Müsned-i Ahmed, Müsned-i Müsedded ve Müsned-i Ebubekir bin Ebi Şeybe, Müsned-i Bezzar, Müsned-i Haris bin Ebi Hüsame, Sahih-i İbn-i Hibban, Sahih-i İbn-i Huzeyme, Müstedrek-ül Hâkim, Maacim-i Taberanî, Mu'cem-i İbn-i Cumey, ElMünteka İbn-ül Carud gibi makbul ve meşhur birçok hadîs kitapları daha vardır.
Şayet meraklı bir araştırmacı mezkûr kitaplardan bazı hadîsleri inceliyorsa, muhaddislerin topyekûn görüşlerini öğrendikten sonra, nihayette ekse riyet tarafı hangi cihette ise, ona göre: "Bu hadîs, senedi itibariyle, muhaddislerin ekseriyetinin görüşüne göre mertebesi şudur." diyebilir. Yoksa sadece bir-iki müteşeddid hadîs tenkidçisinin görüşünü izhar ederek, kesin karar verenin hükmü hakikat olmayacağı gibi; bunun aksini söyleyen sair büyük muhaddislerin reylerine de hürmetsizlik etmiş olacağı bilinmelidir.
Nasılki zamanımızın süperlik hülyasına kapılan âlim namı altındaki bazı hocalar, büyük muhaddislerin, meselâ "Bu hadîs zaiftir." dedikleri zaman, âdeta bu zaifi mevzu' telâkki edercesine davranış gösterirler ve izhar-ı fazıl sûretinde ilim-füruşluk yaparlar. Halbuki muhaddislerin mutlak ekseriyetinin "Zaif" tabirinden anladıkları mâna şöyledir:
Yani; "Bu hadîs senedi itibariyle sahihlerin mertebesinde değildir. Amma çoğu zaman ifade ettiği mânası ve yine çoğu zaman sahih hadîslerin mânalarına muvafık olan ifadesiyle; hadîs aynen hadîstir" diye telâkki içindedirler.
Hem zaif hadîs ile, mevzu' arasında geniş ve büyük dereler vardır. Yani bir zaif hadîs, zaif olmakla beraber, yine hadîs olarak kalır. Amma hiçbir zaman mevzu' bir hadîs değildir ve olamaz.
Cerh, nakd ve ta'dil nedir?
Cerh ve nakd, ikisi de aynı mânada kullanılmış. Lûgatça mânası: Yaralama, tenkid etme, kusur tarafını izhar etme şeklindedir. Ta'dil ise, cerh ve tenkid yerine, hadîsin râvisinin adaletini ve dürüstlüğünü izhar ve isbat etmektir. Böylece, hadîsin râvilerini cerh etme işi birkaç şekilde olmuştur:
Birisi: İspatlı bir şekilde onun yalanını göstermektir.
İkincisi: Hâfızasının sakatlığını ve karıştırıcılığını -eğer varsa- ispat edip göstermek...
Üçüncüsü: Fısk ve bid'atını -eğer varsa- ispatlamak...
Dördüncüsü: Tasavvufun aşırı gulüvvü, yani aşırı taşkınlığı içinde olduğunu ve hadîsleri naklederken bir çeşit cezbe ve sekir hâleti içerisinde söylediği tesbit etmek.. ve hâkeza, daha bunlara benzer birkaç durum dahi vardır. Ancak bu sıraladığımız hususlar hepsi yalnız Zaif hadîsler için kullanılmıştır.
Bir de Mevzu' hadîsleri tesbit etme kanunları vardır. Bu usûl ve kanunlar, ileride "Mevzu' Hadîsler Bölümü"nde geleceği için, burada ona girilmedi.
Cerh ve ta'dil hangisi evvel, hangisi sonra tatbik edilir?
Bu hususun geniş izahları cerh ve ta'dil kitaplarında yapılmıştır. Çok kısaca temas etmek istiyoruz. Çünki mevzu' hem çok geniştir, hem de muhad disler arasında ihtilâflı şekilde cereyan etmiştir. Ekser muhaddislerce ittifak edilmiş orta yollusunun hülâsası şöyledir:
Hadîs tenkidçileri ekseriyetle birisini cerh etmişlerse.. ve onu tezkiye edenler, cerh edenlerden az ise, o zaman yeniden onun ta'diline gidilmemesi icab eder. Amma eğer cerh edilen kimse, birçok kimseler tarafından tezkiyesi yapılmışsa ve onu medhedenler fazla ise, o zaman o cerh yersiz ve uygunsuzdur.
________________________
(*) Bu kitapta şu bahis birkaç defa tekrarlanmaktadır. Bilerek ve üstüne basa basa tekrarlanmıştır. Çünki bu, şarlatanların elinde ve dilinde hep dolaşan pek mühim bir mevzu'dur.
Ses Yok