Kudsi Kaynaklar | Kudsi Kaynaklar | 130
(1-445)
Sual: Peki muhaddislerce konulmuş, hadîsin çok değerli ve mühim olan usûl ve kaideleri ve pek kıymettar bir ilim olan cerh ve ta'dil kanunları bize bugün şimdi yararı nedir? Onunla biz ne yapabiliriz?
Elcevab: Şahsî kanaat ve tesbitime göre, o kaideler, usûller ve kanunlar, bugün bir hadîs müştakının, meraklı bir araştırmacının, hadîslerin mertebelerini, evet sadece mertebelerini o usûl ve kaideler çerçevesinde -eğer yapabilirse- tahkikî tarzda bulabilmesine, tesbit etmesine en büyük ve keskin ölçü âleti ve müracaat edilecek tek kıstastır. Ancak bunu da unutmamak gerekir ki; öylesi bir araştırmacı, araştırmasını yaparken, bir aynı hadîsin mertebesi üzerinde yapılmış münâkaşaları, müsbet ve menfî umum görüşleri; haricî te'sir ve his ve hevese veya mizac ve meşrebinin te'sirine kapılmadan dinledikten sonra, ekseriyetin ittifakı hangi tarafta ise, ona göre diyebilir ki; "Şu hadîsin mevcud hadîs usûlü ve kaidelerine ve muhaddislerin ekseriyetinin görüşüne göre mertebesi, derecesi şudur." Yoksa o kanun ve kaidelerle, sanki şimdi varmış gibi, yeniden mevzu' hadîsleri tesbit etmeye teşebbüs etmek için değildirler. Çünkü öylesi mevzu' hadîsleri yeniden bulabilme diye birşey yoktur. Zira, hakikatta asıl mevzu hadîsler şimdi yokturlar.
Mevzu' Hadislerin tarihî gelişimi
Mevzu' kelimesinin lûgat karşılığı; vaz'edilmiş, konulmuş demektir. Hadîs usûlü ıstılahında ise; yalandan bir söz uydurulup, Peygamber'e, yahud bir Sahabî'ye, ya da bir Tabiîn'e isnad edilerek ikinci bir yalan ve iftira ile; "Bunu Peygamber söyledi" yahud "Sahabî ya da Tabiîn söyledi" diye ortaya atılan ve hadîs içine katılmak istenen yalan söz demektir.
Üst tarafta da kaydettiğimiz gibi, mevzu' sözlerin en ilki, Peygamberimizin hayatında bir münafık tarafından yapılmıştır. Peygamber Efendimiz de (A.S.M.) o münafığın cezasını çok şiddetli bir şekilde verdirmiş olduğu gibi; "Benim adıma ben söylemediğim halde yalan uyduran, Cehennem'e yerini hazırlasın!" meâlindeki hadîsi tekrar ve şiddetle söyleyerek ümmetini ikaz ve irşad etmiştir. Daha sonra, hicretin 41. senesinde müslümanlar arasında siyasî ayrılıklar fitnesi başladığında, Şia ve Haricîlik gibi bazı fırka mutaassıblarının yalancı ve tıynetsiz bazı adamları, az da olsa, bazı mevzu' sözleri uydurdular. (*)
Daha sonraları, yani 2. asrın başından itibaren bu gibi yalancılar çoğalmaya başladılar. Mevzu' hadîsler dedikodusu da fazla şuyu' buldu. Bunun üzerine hadîs Hâfızları ve hameleleri hamiyet ve gayret içinde pür-dikkat kesildiler... Yalancı ve iftiracıları tek-tek tesbit ettiler. Uydurulan yalan sözleri de bulup teşhir ettiler.
Kâmil Muhaddis Hammad bin Zeyd'in tesbitine göre, zındıklar ondört bin mevzu' hadîs uydurup yaymışlar.(**) Bu zındıklardan birisi olan Abdülkerim bin Ebi-l Avca', zındıklık adına yalan hadîs uydurduğu tesbit edilmiş ve Abbasî halifelerinden Mehdî zamanında yakalayıp boynu vurulacağı vakit, o zındık bağırarak demiş: "Ne haber! Ben dörtbin hadîs uydurup hadîslerinize kattım ki, bunlara haramı helâl, helâlı da haram kıldım." (***) Keza İbn-i Asakir, Halife Harun-u Reşid'den naklettiği bir rivayette: Yakalanarak Harun-u Reşid'e getirilen bir zındığın boynunu vurmak için emir vermiş. O zındık ise demiş: "Ben dörtbin hadîs uydurup neşrettim ki, onlarla haramı helâl, helâlı da haram gösterdim." Harun-u Reşid de ona cevaben: "Ne haber ey zındık! Abdullah bin El-Mübarek ile Ebu İshak-ı Fezarî, senin bütün o yalanlarının tek-tek bulup, harfharf tesbit ederek, hadîsten çıkarıp attılar."(****) dedi.
Bu zındık habisler kötü niyetle İslâmı bozmak, Sünnet-i Nebeviye'yi bulandırmak gayesiyle hadîs uydurdukları gibi, bir de bunların yanında bazı saf ve ahmak nâdanlar da, güya din adına, bazı hadîsler uydurmuşlardır. Misal için, Nuh bin Ebi Meryem ismindeki bir adam, Kur'an'ın Sûrelerinin faziletleri hakkında bazı mevzu hadîsler uydurmuş. Rivayeti de: "An İkrime, An İbn-i Abbas" diye isnad etmiş. Ona sorulmuş: "Bu hadîsler sana nereden geldi?" O da demiş: "Ben gördüm ki, bu zamanda insanlar Kur'an'dan yüz çevirmişler. Ebu Hanife'nin fıkhî mes'elelerine ve Muhammed bin İshak'ın magazilerine koşuyorlar. Ben de insanları Kur'an'a döndürmek için bunları böyle uydurdum."(*****)
(Not: Mezkûr mevzu' olan hadîsler, Tefsir-ül Keşşaf'ta maalesef bilinmeden hadîs olarak kaydedilmiştir.)
İşte nümune ve misallerini verdiğimiz o gibi hâdiseler, hep eskide vuku' bulmuşlardır. Amma yine az yukarda kaydettiğimiz vecihle, mezkûr hâdiseler Hicretin 2. yüzyılının başından başlayıp 3. asırda son bulmuştur. Hadîslerin hakikî mertebe ve makamını tesbit etme işi de mezkûr zamanlarda sona ermiştir. Yani, bahsi yapılmış o mevzu' ve yalan sözler, tâ o zamanlar tesbit edilmiş ve hadîslerden çıkarılıp atılmıştır.
________________________
(*) Ulûm-ül Hadîs ve Mustalahihi - Dr. Subhî Salih sh: 266
(**) Aynı eser sh: 270
(***) El-Esrar-ül Merfûa - Aliyy-ül Karî sh: 6
(****) Aynı eser sh:6
(*****) El-Menhel-ül Latif sh: 158
Elcevab: Şahsî kanaat ve tesbitime göre, o kaideler, usûller ve kanunlar, bugün bir hadîs müştakının, meraklı bir araştırmacının, hadîslerin mertebelerini, evet sadece mertebelerini o usûl ve kaideler çerçevesinde -eğer yapabilirse- tahkikî tarzda bulabilmesine, tesbit etmesine en büyük ve keskin ölçü âleti ve müracaat edilecek tek kıstastır. Ancak bunu da unutmamak gerekir ki; öylesi bir araştırmacı, araştırmasını yaparken, bir aynı hadîsin mertebesi üzerinde yapılmış münâkaşaları, müsbet ve menfî umum görüşleri; haricî te'sir ve his ve hevese veya mizac ve meşrebinin te'sirine kapılmadan dinledikten sonra, ekseriyetin ittifakı hangi tarafta ise, ona göre diyebilir ki; "Şu hadîsin mevcud hadîs usûlü ve kaidelerine ve muhaddislerin ekseriyetinin görüşüne göre mertebesi, derecesi şudur." Yoksa o kanun ve kaidelerle, sanki şimdi varmış gibi, yeniden mevzu' hadîsleri tesbit etmeye teşebbüs etmek için değildirler. Çünkü öylesi mevzu' hadîsleri yeniden bulabilme diye birşey yoktur. Zira, hakikatta asıl mevzu hadîsler şimdi yokturlar.
Mevzu' Hadislerin tarihî gelişimi
Mevzu' kelimesinin lûgat karşılığı; vaz'edilmiş, konulmuş demektir. Hadîs usûlü ıstılahında ise; yalandan bir söz uydurulup, Peygamber'e, yahud bir Sahabî'ye, ya da bir Tabiîn'e isnad edilerek ikinci bir yalan ve iftira ile; "Bunu Peygamber söyledi" yahud "Sahabî ya da Tabiîn söyledi" diye ortaya atılan ve hadîs içine katılmak istenen yalan söz demektir.
Üst tarafta da kaydettiğimiz gibi, mevzu' sözlerin en ilki, Peygamberimizin hayatında bir münafık tarafından yapılmıştır. Peygamber Efendimiz de (A.S.M.) o münafığın cezasını çok şiddetli bir şekilde verdirmiş olduğu gibi; "Benim adıma ben söylemediğim halde yalan uyduran, Cehennem'e yerini hazırlasın!" meâlindeki hadîsi tekrar ve şiddetle söyleyerek ümmetini ikaz ve irşad etmiştir. Daha sonra, hicretin 41. senesinde müslümanlar arasında siyasî ayrılıklar fitnesi başladığında, Şia ve Haricîlik gibi bazı fırka mutaassıblarının yalancı ve tıynetsiz bazı adamları, az da olsa, bazı mevzu' sözleri uydurdular. (*)
Daha sonraları, yani 2. asrın başından itibaren bu gibi yalancılar çoğalmaya başladılar. Mevzu' hadîsler dedikodusu da fazla şuyu' buldu. Bunun üzerine hadîs Hâfızları ve hameleleri hamiyet ve gayret içinde pür-dikkat kesildiler... Yalancı ve iftiracıları tek-tek tesbit ettiler. Uydurulan yalan sözleri de bulup teşhir ettiler.
Kâmil Muhaddis Hammad bin Zeyd'in tesbitine göre, zındıklar ondört bin mevzu' hadîs uydurup yaymışlar.(**) Bu zındıklardan birisi olan Abdülkerim bin Ebi-l Avca', zındıklık adına yalan hadîs uydurduğu tesbit edilmiş ve Abbasî halifelerinden Mehdî zamanında yakalayıp boynu vurulacağı vakit, o zındık bağırarak demiş: "Ne haber! Ben dörtbin hadîs uydurup hadîslerinize kattım ki, bunlara haramı helâl, helâlı da haram kıldım." (***) Keza İbn-i Asakir, Halife Harun-u Reşid'den naklettiği bir rivayette: Yakalanarak Harun-u Reşid'e getirilen bir zındığın boynunu vurmak için emir vermiş. O zındık ise demiş: "Ben dörtbin hadîs uydurup neşrettim ki, onlarla haramı helâl, helâlı da haram gösterdim." Harun-u Reşid de ona cevaben: "Ne haber ey zındık! Abdullah bin El-Mübarek ile Ebu İshak-ı Fezarî, senin bütün o yalanlarının tek-tek bulup, harfharf tesbit ederek, hadîsten çıkarıp attılar."(****) dedi.
Bu zındık habisler kötü niyetle İslâmı bozmak, Sünnet-i Nebeviye'yi bulandırmak gayesiyle hadîs uydurdukları gibi, bir de bunların yanında bazı saf ve ahmak nâdanlar da, güya din adına, bazı hadîsler uydurmuşlardır. Misal için, Nuh bin Ebi Meryem ismindeki bir adam, Kur'an'ın Sûrelerinin faziletleri hakkında bazı mevzu hadîsler uydurmuş. Rivayeti de: "An İkrime, An İbn-i Abbas" diye isnad etmiş. Ona sorulmuş: "Bu hadîsler sana nereden geldi?" O da demiş: "Ben gördüm ki, bu zamanda insanlar Kur'an'dan yüz çevirmişler. Ebu Hanife'nin fıkhî mes'elelerine ve Muhammed bin İshak'ın magazilerine koşuyorlar. Ben de insanları Kur'an'a döndürmek için bunları böyle uydurdum."(*****)
(Not: Mezkûr mevzu' olan hadîsler, Tefsir-ül Keşşaf'ta maalesef bilinmeden hadîs olarak kaydedilmiştir.)
İşte nümune ve misallerini verdiğimiz o gibi hâdiseler, hep eskide vuku' bulmuşlardır. Amma yine az yukarda kaydettiğimiz vecihle, mezkûr hâdiseler Hicretin 2. yüzyılının başından başlayıp 3. asırda son bulmuştur. Hadîslerin hakikî mertebe ve makamını tesbit etme işi de mezkûr zamanlarda sona ermiştir. Yani, bahsi yapılmış o mevzu' ve yalan sözler, tâ o zamanlar tesbit edilmiş ve hadîslerden çıkarılıp atılmıştır.
________________________
(*) Ulûm-ül Hadîs ve Mustalahihi - Dr. Subhî Salih sh: 266
(**) Aynı eser sh: 270
(***) El-Esrar-ül Merfûa - Aliyy-ül Karî sh: 6
(*****) El-Menhel-ül Latif sh: 158
Ses Yok