Kudsi Kaynaklar | Kudsi Kaynaklar | 139
(1-445)
Yine Hazret-i İmam-ı Ali (R.A.) demiş ki:
Bunun meâli: Ben eğer Ebu-l Kasım'ın (yani Resul-i Ekrem'in) ağzından her işittiğimi size söylese idim, sizler benim yanımdan çıkar ve der idiniz ki: "Ali, yalancıların yalancısı ve fâsıkların fâsıkıtır." Tefsir-i Ruh-ul Beyan - Burusevî 4/207 Şerh-i Mesnevî'den naklen.
6- Hazret-i Ömer (R.A.), Resulullah'ın münafıklar isim listesini yalnız Hazret-i Huzeyfe'ye hususî olarak verdiğini bildiği için, Huzeyfe'ye sormuş: "Ya Huzeyfe! Ben de acaba münafıklardan mıyım?.." Hazret-i Huzeyfe ise "Hâyır!" demiş. (Bakınız: Ez-Zevacir 1/29)
7- Mecma-uz Zevaid 1/141'de: "Bazı Sahabeler Resulullah'tan her işittiklerini ifşa etmeyip nakletmediklerini.." yazmıştır.
8- Ebu Hüreyre demiş:
Yani: "Ben Resulullah'ın hadîslerinden hıfzettiğim bir çoğu vardır ki, onları size söylemedim. Eğer bu sakladığım hadîslerden bir tanesini de size ifşa edip söylesem, beni taşlarla recmedeceksiniz..." (Bakınız: Müstedrek-ül Hâki 1/509 ve 3/509) Bu hadîs Şeyheyn'in şartları ayarında bir hadîs olduğunu, İmam-ı Zehebî dahi ikrar etmiş.
9- Muhyiddin-i Arabî demiş: "Ebu Hüreyre ve İbn-i Abbas, Resulullah'tan aldıkları birçok esrarı sıkı sıkıya saklamışlardır..." (Anka-u Mağrib - Muhdiyiddin-i Arabî sh: 20)
10- Muhtasar-ı Tezkiret-ül Kurtubî 1/92 ve 118'de İmam-ı Kurtubî demiş ki: "Sahabeler tâ kıyamete kadar, gelecekte olacak bütün hadîsleri biliyorlardır. Lâkin bunları teşhir etmediler..."
11- Bu hususî ve gizli sırların bir derece tezahür etmiş iki misalini vererek, bu bahsi bitirmek istiyoruz.
Birincisi: İmam-ı Ali (R.A.) Ercûze Kasidesinde tahdis-i ni'met kabilinden izhar ettiği acib bir hâdiseyi, onun bir beytinde şöyle dile getirmiş:
Yani: Cebrail (A.S.) "Sekine" namındaki İsm-i A'zamı Resulullah'a getirdiği vakit, ben de yanında idim. Bana Cebrail (A.S.) dedi ki: "Al yâ Ali! Bu yüce olan Rabbin Sekinesi'dir." (Mecmuat-ül Azhab 2/512 ve 590)
İkinci Misal: Tarikat-ı Nakşibendiye'nin hafî zikrinin asıl menşei hususunda, onun büyük ülema ve evliyaları şöyle bir rivayet nakelderler ki: Peygamber (A.S.M.) ile Ebubekir-i Sıddık Hicret hâdisesinde sığındıkları mağarada, Ebubekir'in çok telâş ettiğini gören Resulullah, ona hususî ve sırlı şekilde hafî olan zikr-i kalbîyi tâlim etmiş. Ebubekir kalbî olan bu zikri yapmaya başladıktan sonra, telâş ve korkuları zâil olmuş. Hazret-i Ebu Bekir (R.A.) bu sırrı kimseye söylememiş. Bu hâdiseden 14 sene sonra, yalnız bir Selman-ı Fârisî'ye (R.A.) Resulullah'tan (A.S.M.) aldığı şekilde tâlim etmiş. İlh... (Bak: Mektubat-ı İmam-ı Rabbanî 1/90 ve İbrahim Hakkı'nın Marifetnamesi sh: 440)
İşşte arzettiğimiz şu son iki misal ile, pek mühim hâdiseler ve büyük hakikatların zamanla inkişaf ve tezahürleri, asıl itibariyle sırlı ve hususî hadîslere dayandığı halde; amma umuma bakan bir mes'ele olmadığı, belki hususî ve sırlı oldukları için hadîs kitaplarında bulunmamaktadır. Hadîs kitaplarında herşeyin bulunmamasıyla, olmamalarına delâlet etmediği gibi, hususîlik durumları da burada bir derece tezahür etmektedir.
NETİCE: Büyük Sahabelerden sahih rivayetlerle gelmiş hadîs-i şeriflerin ve nümune için arz ettiğimiz iki misalin netice ve hasılasından anlaşılabilir ki; ibadet, muamelât, ahkâm ve âdâb gibi Şeriatın zahir ve vâzıh ve herkesin her zaman muhtaç olduğu mes'elelerini içine alan hadîs kitaplarımızda olmayıp da ve fakat ümmetin telâkki-i bil-kabulüne mazhar olmuş bazı dualar, virdler ve hakikatların böyle hususî, sırlı bazı mesned ve menşeileri olabileceğine ihtiyat ve mülâyemetle bakmak ve hürmetle karşılamak, hiç olmazsa ilişmemek lâzım ve şarttır diye düşünüyoruz.
HÂTİME
Bu bahsin başından buraya kadar kaydettiğimiz mes'ele ve bilgileri, mümkün mertebe hülâsalı ve pratik şekilde yazmaya çalıştığımız şu makalemizi güzel bir hatîmeyle sonuçlandırmak ve onunla te'kid ve takviye etmek ve nurlandırmak üzere; meşhur Allâme ve Kâmil Muhaddis olan İmam-ı Muhammed bin Muhammed El-Hüseynî El-Zebidî'nin İhya-u Ulûm-id Din kitabı üzerinde yaptığı şerh ve tahkik olan "İthaf-üs Sâdet-il Müttakîn Bi Şerh-i İhya-u Ulûm-id Din) eserinin Mukaddemesinden mevzumuzla alâkalı bazı bölümleri tercüme ederek alacağız.
Mâlumdur ki; ülema-i İslâm arasında birbirlerinin eserlerini ve mesleklerini de tenkid etme işi çokça vaki' olmuştur. Bu kabilden olarak Gazalî Hazretlerini tenkid etme işi çokça vaki' olmuştur. Bu kabilden olarak Gazalî Hazretlerini de tenkid edenler bulunmuştur. Amma bilâhare kat'iyyen görülmüş ve anlaşılmıştır ki: İmam-ı Gazalî gibi derece-i içtihada ulaşan allâmeleri tenkid eden kişiler, onların bulundukları mertebe ve makamlarını, yani me'haz ve mesleklerini bilemedikleri, kavrayamadıkları ve fikirleri ortaya ulaşamadığı için o tenkidleri yapmışlardır. İşte İmam-ı Zebidî Hazret-i Gazalî'ye haksız yere dil uzatan böylesi bazı kimselere, bilhassa hadîs rivayetiyle alâkadar tenkidcilere vermiş olduğu cevablarından bazı kısımlarla Hâtimemizi sürdüreceğiz.
Bunun meâli: Ben eğer Ebu-l Kasım'ın (yani Resul-i Ekrem'in) ağzından her işittiğimi size söylese idim, sizler benim yanımdan çıkar ve der idiniz ki: "Ali, yalancıların yalancısı ve fâsıkların fâsıkıtır." Tefsir-i Ruh-ul Beyan - Burusevî 4/207 Şerh-i Mesnevî'den naklen.
6- Hazret-i Ömer (R.A.), Resulullah'ın münafıklar isim listesini yalnız Hazret-i Huzeyfe'ye hususî olarak verdiğini bildiği için, Huzeyfe'ye sormuş: "Ya Huzeyfe! Ben de acaba münafıklardan mıyım?.." Hazret-i Huzeyfe ise "Hâyır!" demiş. (Bakınız: Ez-Zevacir 1/29)
7- Mecma-uz Zevaid 1/141'de: "Bazı Sahabeler Resulullah'tan her işittiklerini ifşa etmeyip nakletmediklerini.." yazmıştır.
8- Ebu Hüreyre demiş:
Yani: "Ben Resulullah'ın hadîslerinden hıfzettiğim bir çoğu vardır ki, onları size söylemedim. Eğer bu sakladığım hadîslerden bir tanesini de size ifşa edip söylesem, beni taşlarla recmedeceksiniz..." (Bakınız: Müstedrek-ül Hâki 1/509 ve 3/509) Bu hadîs Şeyheyn'in şartları ayarında bir hadîs olduğunu, İmam-ı Zehebî dahi ikrar etmiş.
9- Muhyiddin-i Arabî demiş: "Ebu Hüreyre ve İbn-i Abbas, Resulullah'tan aldıkları birçok esrarı sıkı sıkıya saklamışlardır..." (Anka-u Mağrib - Muhdiyiddin-i Arabî sh: 20)
10- Muhtasar-ı Tezkiret-ül Kurtubî 1/92 ve 118'de İmam-ı Kurtubî demiş ki: "Sahabeler tâ kıyamete kadar, gelecekte olacak bütün hadîsleri biliyorlardır. Lâkin bunları teşhir etmediler..."
11- Bu hususî ve gizli sırların bir derece tezahür etmiş iki misalini vererek, bu bahsi bitirmek istiyoruz.
Birincisi: İmam-ı Ali (R.A.) Ercûze Kasidesinde tahdis-i ni'met kabilinden izhar ettiği acib bir hâdiseyi, onun bir beytinde şöyle dile getirmiş:
Yani: Cebrail (A.S.) "Sekine" namındaki İsm-i A'zamı Resulullah'a getirdiği vakit, ben de yanında idim. Bana Cebrail (A.S.) dedi ki: "Al yâ Ali! Bu yüce olan Rabbin Sekinesi'dir." (Mecmuat-ül Azhab 2/512 ve 590)
İkinci Misal: Tarikat-ı Nakşibendiye'nin hafî zikrinin asıl menşei hususunda, onun büyük ülema ve evliyaları şöyle bir rivayet nakelderler ki: Peygamber (A.S.M.) ile Ebubekir-i Sıddık Hicret hâdisesinde sığındıkları mağarada, Ebubekir'in çok telâş ettiğini gören Resulullah, ona hususî ve sırlı şekilde hafî olan zikr-i kalbîyi tâlim etmiş. Ebubekir kalbî olan bu zikri yapmaya başladıktan sonra, telâş ve korkuları zâil olmuş. Hazret-i Ebu Bekir (R.A.) bu sırrı kimseye söylememiş. Bu hâdiseden 14 sene sonra, yalnız bir Selman-ı Fârisî'ye (R.A.) Resulullah'tan (A.S.M.) aldığı şekilde tâlim etmiş. İlh... (Bak: Mektubat-ı İmam-ı Rabbanî 1/90 ve İbrahim Hakkı'nın Marifetnamesi sh: 440)
İşşte arzettiğimiz şu son iki misal ile, pek mühim hâdiseler ve büyük hakikatların zamanla inkişaf ve tezahürleri, asıl itibariyle sırlı ve hususî hadîslere dayandığı halde; amma umuma bakan bir mes'ele olmadığı, belki hususî ve sırlı oldukları için hadîs kitaplarında bulunmamaktadır. Hadîs kitaplarında herşeyin bulunmamasıyla, olmamalarına delâlet etmediği gibi, hususîlik durumları da burada bir derece tezahür etmektedir.
NETİCE: Büyük Sahabelerden sahih rivayetlerle gelmiş hadîs-i şeriflerin ve nümune için arz ettiğimiz iki misalin netice ve hasılasından anlaşılabilir ki; ibadet, muamelât, ahkâm ve âdâb gibi Şeriatın zahir ve vâzıh ve herkesin her zaman muhtaç olduğu mes'elelerini içine alan hadîs kitaplarımızda olmayıp da ve fakat ümmetin telâkki-i bil-kabulüne mazhar olmuş bazı dualar, virdler ve hakikatların böyle hususî, sırlı bazı mesned ve menşeileri olabileceğine ihtiyat ve mülâyemetle bakmak ve hürmetle karşılamak, hiç olmazsa ilişmemek lâzım ve şarttır diye düşünüyoruz.
HÂTİME
Bu bahsin başından buraya kadar kaydettiğimiz mes'ele ve bilgileri, mümkün mertebe hülâsalı ve pratik şekilde yazmaya çalıştığımız şu makalemizi güzel bir hatîmeyle sonuçlandırmak ve onunla te'kid ve takviye etmek ve nurlandırmak üzere; meşhur Allâme ve Kâmil Muhaddis olan İmam-ı Muhammed bin Muhammed El-Hüseynî El-Zebidî'nin İhya-u Ulûm-id Din kitabı üzerinde yaptığı şerh ve tahkik olan "İthaf-üs Sâdet-il Müttakîn Bi Şerh-i İhya-u Ulûm-id Din) eserinin Mukaddemesinden mevzumuzla alâkalı bazı bölümleri tercüme ederek alacağız.
Mâlumdur ki; ülema-i İslâm arasında birbirlerinin eserlerini ve mesleklerini de tenkid etme işi çokça vaki' olmuştur. Bu kabilden olarak Gazalî Hazretlerini tenkid etme işi çokça vaki' olmuştur. Bu kabilden olarak Gazalî Hazretlerini de tenkid edenler bulunmuştur. Amma bilâhare kat'iyyen görülmüş ve anlaşılmıştır ki: İmam-ı Gazalî gibi derece-i içtihada ulaşan allâmeleri tenkid eden kişiler, onların bulundukları mertebe ve makamlarını, yani me'haz ve mesleklerini bilemedikleri, kavrayamadıkları ve fikirleri ortaya ulaşamadığı için o tenkidleri yapmışlardır. İşte İmam-ı Zebidî Hazret-i Gazalî'ye haksız yere dil uzatan böylesi bazı kimselere, bilhassa hadîs rivayetiyle alâkadar tenkidcilere vermiş olduğu cevablarından bazı kısımlarla Hâtimemizi sürdüreceğiz.
Ses Yok