Geçmiş zaman dahi bütün bütün ölü, boş, meyyit, müdhiş tahayyül edildi. O hadsiz mekân ve o hududsuz zaman, karanlıklı bir vahşetgâh sûretini aldı. Ben o haletten kurtulmak için namaza iltica ettim. Teşehhüde dediğim zaman birden kâinat canlandı; hayatdâr, nurânî bir şekil aldı, dirildi. Hayy-ı Kayyum’un parlak bir âyinesi oldu. Bütün hayatdâr eczasiyle beraber, hayatlarının tahiyyelerini ve hedâya-yı hayatiyelerini dâimî bir sûrette Zât-ı Hayy-ı Kayyum’a takdim ettiklerini ilmelyakîn, belki hakkalyakîn ile bildim ve gördüm.
Sonra
dediğim vakit, o hududsuz ve hâlî zaman; birden Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın riyaseti altında, zîhayat ruhlar ile vahşetzar sûretinden, ünsiyetli bir seyrangâh sûretine inkılâb etti.
İkinci Sual: Teşehhüd âhirinde:
deki teşbih, teşbihlerin kaidesine uygun gelmiyor. Çünkü, Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, İbrahim Aleyhisselâm’dan daha ziyâde rahmete mazhardır ve daha büyüktür. Bunun sırrı nedir? Hem bu tarzdaki salâvatın teşehhüdde tahsisinin hikmeti nedir? Aynı dua, eski zamandan beri ve bütün namazda tekrar etmeleri... Halbuki bir dua bir def’a kabule mazhar olsa yeter. Milyonlarca duaları makbul olan zâtlar musırrane dua etmesi ve bilhassa o şey va’d-i İlâhîye iktiran etmiş ise... Meselâ:
Cenâb-ı Hak va’dettiği halde, her ezan ve kametten sonra edilen mervî duada
deniliyor; bütün ümmet o va’di ifa etmek için dua ederler. Bunun sırr-ı hikmeti nedir?
Elcevab: Bu sualde üç cihet ve üç sual var.