Ve kelimesiyle de, zîruhun hülâsaları olan kâmil insanların ve melaike-i mukarrebînin, salavatın hülâsası olan tayyibat ile nurânî ve yüksek ibâdetlerini irade ederek Mabuduna tahsis ve takdim eder.
Hem nasılki o gecede Cenâb-ı Hak tarafından
demesi, istikbâlde yüzer milyon insanların her biri, her gün, hiç olmazsa on def’a
demelerini âmirane iş’ar eder. Ve o selâm-ı İlâhî, o kelimeye geniş bir nur ve yüksek bir ma’na verir. Öyle de, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın, o selâma mukabil
demesi, istikbâlde muazzam ümmeti ve ümmetinin sâlihleri, selâm-ı İlâhîyi temsil eden İslâmiyete mazhar olmasını ve İslâmiyetin umûmî bir şiarı olan mü’minler ortasındaki
umum ümmet demesini râcîyâne, dâîyâne Hâlıkından istediğini ifade ve ihtar eder. Ve o sohbette hissedâr olan Hazret-i Cebrail Aleyhisselâm, emr-i İlâhî ile o gece
demesi, bütün ümmet kıyamete kadar böyle şehâdet edeceğini ve böyle diyeceklerini mübeşşirâne haber verir. Ve bu mükâleme-i kudsiyeyi tahattur ile kelimelerin ma’naları parlar, genişlenir.
Bu mezkûr hakîkatın inkişâfında bana yardım eden garib bir hâlet-i rûhiyedir:
Bir zaman karanlıklı bir gurbette, karanlık bir gecede, zulmetli bir gaflet içinde, hâl-i hazırda olan bu koca kâinat hayalime câmid, ruhsuz, meyyit, boş, hâlî, müthiş bir cenaze göründü.