Her asır, kendine hitab ediyor gibi bir gençlikte görmüş. Her taife-i ilmiye ondan her vakit istifade etmek için kesretle ve mebzûliyetle yanlarında bulundurdukları ve üslûb-u ifadesine ittiba’ ve iktida ettikleri halde O, üslûbundaki ve tarz-ı beyânındaki garabetini aynen muhafaza ediyor.
Beşincisi: Kur’ân’ın bir cenâhı mazide, bir cenâhı müstakbelde, kökü ve bir kanadı, eski Peygamberlerin ittifaklı hakîkatları olduğu ve bu onları tasdik ve teyid ettiği ve onlar dahi tevâfukun lîsan-ı haliyle bunu tasdik ettikleri gibi.. öyle de, evliya ve asfiya gibi ondan hayat alan semereleri ve hayatdar tekemmülleriyle, şecere-i mübârekelerinin hayatdar, feyizdar ve hakîkat-medâr olduğuna delâlet eden ve ikinci kanadının himayesi altında yetişen ve yaşayan velâyetin bütün hak tarikatları ve İslâmiyetin bütün hakîkatlı ilimleri; Kur’ânın ayn-ı hak ve mecma-i hakâik ve câmiiyette misilsiz bir hârika olduğuna şehâdet eder.
Altıncısı: Kur’ân’ın altı ciheti nurânîdir, sıdk ve hakkaniyetini gösterir. Evet altında hüccet ve bürhan direkleri, üstünde sikke-i i’caz lem’aları, önünde ve hedefinde saadet-i dareyn hediyeleri, arkasında nokta-i istinâdı vahy-i semâvî hakîkatları, sağında hadsiz ukûl-ü müstakimenin delillerle tasdikleri, solunda selim kalblerin ve temiz vicdanların ciddî itmi’nanları ve samimî incizabları ve teslimleri; Kur’ânın fevkalâde, hârika, metin ve hücum edilmez bir kal’a-i semâviye-i arziye olduğunu isbat ettikleri gibi.. altı makamdan dahi O’nun ayn-ı hak ve sâdık olduğuna ve beşerin kelâmı olmadığına, hem yanlış olmadığına imza eden; başta, bu kâinatta dâima güzelliği izhar, iyiliği ve doğruluğu himâye ve sahtekârları ve müfterileri imha ve izale etmek âdetini bir düstûr-u faaliyet ittihaz eden bu kâinatın mutasarrıfı; o Kur’âna âlemde en makbul, en yüksek, en hâkîmane bir makam-ı hürmet ve bir mertebe-i muvaffakıyet vermesiyle O’nu tasdik ve imza ettiği gibi.. İslâmiyet’in menbaı ve Kur’ânın tercümanı olan Zât’ın (Aleyhissalâtü Vesselâm) herkesten ziyâde O’na i’tikad ve ihtiramı ve nüzulü zamanında uyku gibi bir vaziyet-i naîmânede bulunması ve sâir kelâmları O’na yetişememesi