İşte biz bu makamda, gâyet muhtasar işâretlerle ve Meyve Risâlesi’nde haşrin isbatında, sâir erkân-ı îmaniye haşri de isbat ettiklerini kısacık hülâsalarla beyânı gibi, bu makamda dahi mücmel fezleke ve muhtasar hülâsalarla -Cenâb-ı Hakk’ın inâyetiyle- bu nükte-i a’zam altı noktada beyân edilecek.
BİRİNCİ NOKTA: Îman-ı Billah, kendi hüccetleriyle hem sâir rükünlerini, hem îman-ı bil’âhireti isbat eder ki; Meyve Risâlesi’nin Yedinci Mes’elesinde güzelce göstermiş. Evet bu hadsiz kâinatı bir saray, bir şehir, bir memleket gibi bütün levazımı ile idare eden ve mîzan ve intizam dâiresinde çeviren ve hikmetlerle değiştiren ve zerrâtı ve seyyarâtı ve sinekleri ve yıldızları birer muntazam ordu gibi beraber techiz ve idare eden ve emir ve irâdesi dâiresinde mütemadiyen bir ulvî manevra içinde tâlim ve tavzifatla faaliyete ve seyr ve cevelâna ve ubûdiyetkârane bir resm-i küşâda ve seyahata getiren ezelî ve bâki bir saltanat-ı rubûbiyet ve ebedî ve dâimî bir hâkimiyet-i ulûhiyet, hiç mümkün müdür ve hiç akıl kabul eder mi ve hiçbir ihtimal var mı ki, o ebedî ve sermedî ve bâki ve dâimî saltanatın bâki bir makarrı ve dâimî bir medârı ve sermedî bir mazharı olan dâr-ı âhiret olmasın? Bin def’a hâşâ!
Demek Cenâb-ı Hakk’ın saltanat-ı rubûbiyeti ve -Yedinci Mes’ele’de beyân edildiği gibi- ekser isimleri ve vücub-u vücûdunun hüccetleri, âhirete şehâdet ederler ve isterler. Ve bu kutb-u îmanî ne kadar kuvvetli bir nokta-i istinâdı var.. gör, bil, görür gibi inan.
Hem nasıl îman-ı billah âhiretsiz olmaz, öyle de, Onuncu Söz’de kısa işâretlerle beyân edildiği gibi, hiçbir cihette mümkün müdür ve hiç akıl kabul eder mi ki, ulûhiyet ve mabudiyetin tezahürü için bu kâinatı öyle bir mücessem kitab-ı Samedanî ki, her sahifesi bir kitab kadar ve her satırı bir sahife kadar ma’naları ifade eder ve öyle cismanî bir Kur’ân-ı Sübhanî ki, herbir âyet-i tekviniyesi ve herbir kelimesi, hatta herbir noktası, herbir harfi birer mu’cize hükmündedir. Ve öyle muhteşem ve içi hadsiz âyâtla ve ma’nidar nakışlarla tezyin edilmiş bir mescid-i Rahmanîdir ki; herbir köşesinde bir tâife, bir nev’ ibâdet-i fıtriye ile iştigal eder bir şekilde halkeden bir Allah, bir Ma’bud-u Bil’hak, o kitab-ı kebirin ma’nalarını ders verecek üstadları ve o Kur’ân-ı Samedanî’nin âyetlerini tefsir edecek müfessirleri elçi olarak göndermesin..