Maatteessüf bu kudsî ma’na, mürûr-u zamanla bu teşbih, avamın nazarında hakîkat telâkki edilmekle aklın haricinde bir sûret almış. Mâdem melekler havada gezdikleri gibi toprakta ve taşta ve yerin merkezinde de gezerler; elbette onların ve küre-i arzın, üstünde duracak cismanî taş ve balığa ve öküze ihtiyaçları yoktur.
Hem meselâ küre-i arz, küre-i arzın nevileri adedince başlar ve o nevilerin ferdleri sayısınca diller ve o ferdlerin âzâ ve yaprak ve meyveleri mikdarınca tesbihatlar yaptığı için elbette o haşmetli ve şuursuz ubûdiyet-i fıtriyeyi bilerek, şuurdarâne temsil edip dergâh-ı İlâhîyeye takdim etmek için kırk bin başlı ve her başı kırk bin dil ile ve herbir dil ile kırk bin tesbihat yapan bir melek-i müekkeli bulunacak ki, ayn-i hakîkat olarak muhbir-i sâdık haber vermiş. Ve hilkat-i kâinatın en ehemmiyetli neticesi olan insanlarla münâsebât-ı Rabbânîyeyi tebliğ ve izhar eden Cebrâil (A.S.) ve zîhayat âleminde en haşmetli ve en dehşetli olan diriltmek ve hayat vermek ve ölümle terhis etmekteki Hâlıka mahsus olan icraat-ı İlâhîyeyi, yalnız temsil edip ubûdiyetkârâne nezâret eden İsrâfil (A.S.) ve Azrâil (A.S.) ve hayat dâiresinde rahmetin en cemiyetli, en geniş, en zevkli olan rızıktaki ihsânat-ı Rahmaniyeye nezâretle beraber şuursuz şükürleri şuur ile temsil eden Mikâil (A.S.) gibi meleklerin pek acib mâhiyette olarak bulunmaları ve vücûdları ve ruhların bekaları, saltanat ve haşmet-i rubûbiyetin muktezâsıdır. Onların ve herbirinin mahsus tâifelerinin vücûdları, kâinatta Güneş gibi görünen saltanat ve haşmetin vücûdu derecesinde kat’idir ve şübhesizdir... Melâikeye âid başka maddeler bunlara kıyâs edilsin.
Evet küre-i arzda dört yüz bin nev’ileri zîhayattan halkeden, hatta en âdî ve müteaffin maddelerden zîruhları çoklukla yaratan ve her tarafı onlarla şenlendiren ve mu’cizat-ı san’atına karşı, onlara dilleriyle “Mâşâallah, Bârekâllah, Sübhânallah” dediren ve ihsânat-ı rahmetine mukabil “Elhamdülillâh, Veşşükrü-lillâh, Allahuekber” o hayvancıklara söylettiren bir Kadîr-i Zülcelâli ve’l-Cemâl, elbette,