Şualar | OnBirinci Şuâ | 284
(205-299)

Belki kabildirler; feyz-i İlâhîyi kabul ederler ve mükâfatları dahi sırf bir fazl-ı İlâhîdir diye, Kur’ân-ı Hakîm

ferman eder.

Elhâsıl: Vücûd kâinatları ve hadsiz adem âlemleri birbirleriyle çarpışırken ve Cennet ve Cehennem gibi meyveler verirken ve bütün vücûd âlemleri “Elhamdülillâh Elhamdülillâh” ve bütün adem âlemleri “Sübhanallah Sübhanallah” derken ve ihâtalı bir kanun-u mübâreze ile melekler şeytanlarla ve hayırlar şerlerle, tâ kalbin etrafındaki ilham, vesvese ile mücadele ederken, birden meleklere îmanın bu meyvesi tecelli eder, mes’eleyi halledip karanlık kainatı ışıklandırır.

âyetinin envârından bir nurunu bize gösterir ve bu meyve ne kadar tatlı olduğunu tattırır.

İkinci bir küllî meyvesine, “Yirmi Dördüncü” ve “elif”ler kerâmetini gösteren “Yirmi Dokuzuncu Söz”ler işâret edip parlak bir sûrette meleklerin vücûdunu ve vazifesini isbat etmişler. Evet kâinatın her tarafında, cüz’î ve küllî her şeyde, her nevide, kendini tanıttırmak ve sevdirmek içinde merhametkârane bir haşmet-i rubûbiyet, elbette o haşmete, o merhamete, o tanıttırmaya, o sevdirmeye karşı şükür ve takdis içinde bir geniş ve ihâtalı ve şuurkârane bir ubûdiyetle mukabele etmesi lâzım ve kat’idir. Ve şuursuz cemâdat ve erkân-ı azîme-i kâinat hesabına o vazifeyi, ancak hadsiz melekler görebilir ve o saltanat-ı rubûbiyetin; her tarafta.. serâ’da, sûreyya’da, zeminin temelinde, dışında hakîmâne ve haşmetkârane icraatını onlar temsil edebilirler.

Meselâ, felsefenin ruhsuz kanunları pek karanlık ve vahşetli gösterdikleri hilkat-ı arziye ve vaziyet-i fıtriyesini, bu meyve ile nurlu, ünsiyetli bir tarzda “Sevr” ve “Hut” namlarındaki iki meleğin omuzlarında, yâni nezâretlerinde ve Cennetten getirilen ve fâni küre-i arzın bâkî bir temel taşı olmak, yâni ileride bâkî Cennet’e bir kısmını devretmeğe bir işâret için Sahret nâmında uhrevî bir madde, bir hakîkat gönderilip Sevr ve Hut meleklerine bir nokta-i istinâd edilmiş diye Benî-İsrail’in eski peygamberlerinden rivâyet var ve İbni Abbas’tan dahi mervîdir.

Dinle
-