Ve bu derece akıldan, hakîkattan uzak ve bütün mevcûdâta karşı bir tahkir ve tecavüz olan küfür ve inkârın cezası, ancak dehşetli Cehennem olabilir ve ayn-ı adâlettir. Elbette öyle münkirler için “Yaşasın Cehennem!” dememiz lâzım.
SEKİZİNCİ KELİME: ’dur. Bundaki hüccete gâyet kısa bir işâret şudur:
Meselâ: Nasıl gündüzde çalkanan bir deniz yüzünde ve akan bir nehir üstündeki kabarcıklarda görünen Güneşçikler gitmeleriyle arkalarından gelen yeni kabarcıklar, aynen gidenler gibi Güneşçikleri gösterip gökteki Güneşe işâret ve şehâdet ederler ve zeval ve vefatlariyle bir dâimî Güneşin mevcûdiyetine ve bekasına delâlet ederler; aynen öyle de: Her vakit değişen kâinat denizinin yüzünde ve tazelenen hadsiz fezasında ve zerrat tarlasında ve bütün hâdisatı ve fâni mevcûdâtı kucağına alarak beraber çalkanan zaman nehrinin içinde mahlûkat, mütemadiyen sür’atle akıp gidiyorlar, zâhirî sebebleriyle beraber vefat ediyorlar. Her sene, her gün bir kâinat ölür, bir tazesi yerine gelir. Ve zerrat tarlasında, mütemadiyen seyyar dünyalar ve seyyal âlemler mahsulâtı alındığından, elbette kabarcıklar ve Güneşçikler zevalleriyle dâimî bir Güneşi gösterdikleri gibi, o hadsiz mahlûkat ve mahsulâtın vefatları ve zâhirî sebebleriyle beraber kemâl-i intizamla terhisleri, gündüz gibi şübhesiz, Güneş gibi zâhir bir kat’iyyette bir Hayy-ı Lâyemut’un, bir Şems-i Sermedî’nin, bir Hallak-ı Bâki’nin ve bir Kumandan-ı Akdes’in vücub-u vücûdu ve vahdeti ve mevcûdiyeti, kâinatın mevcûdiyetinden bin derece zâhir ve kat’idir diye bütün mevcûdât, ayrı ayrı ve beraber şehâdet ederler.
İşte kâinatı dolduran bu yüksek sesleri ve kuvvetli şehâdetleri işitmeyen ve kulak vermeyen, ne derece sağır ve ahmak ve câni olduğunu elbette anladınız.