küre-i arzı aynı anda, aynı kanunla bir senede yirmi dört bin senelik bir dâirede yine bir meczub mevlevî misillü gezdirir. Mevsimlerin mahsulâtlarını hayvan ve insanlara getirdiği aynı kanunla, aynı zamanda Güneşi bir mekik, bir çıkrık yaparak merkezinde cezbedarâne ve cazibekârane döndürüp manzume-i şemsiyye ordusu olan seyyarat yıldızlarını kemâl-i mîzan ve intizamla vazifelerde çalıştırır. Ve aynı kudret; aynı zamanda, aynı kanun-u hikmetle zemin sahifesinde yüz binler kitab hükmünde yüz binler nevileri beraber, birbiri içinde, iltibassız, sehivsiz yazar, haşr-i a’zâmın binler nümûnelerini izhar eder. Ve aynı kudret, aynı zamanda hava sahifesini bir yazar-bozar tahtasına çevirir. Bütün zerrelerini birer kalem uçları ve o kitabın noktaları hükmünde emir ve iradenin onlara tâyin ettiği vazifelerinde isti’mal ederek ve bütün o zerrelere herbirine öyle bir kabiliyet vermiş ki; güya bütün sözleri ve konuşmaları bilir gibi alır, neşreder, şaşırmaz. Küçücük birer kulak, incecik birer lîsan olarak istihdam edip unsur-u hava, emir ve irade-i İlâhînin bir arşı olduğunu isbat eder.
İşte; bu kısa işârete kıyasen, bu kâinatı bir muntazam şehir, bir mükemmel apartman ve misafirhâne, bir mu’cizatlı kitab ve Kur’ân hükmüne getirip heyet-i mecmûasından tâ bir zerreye kadar bütün mahlûkat tabakalarını ve dâirelerini ve tâifelerini mîzan-ı ilim ve nizam-ı hikmetle kabzasına alan, tasarruf eden; kudreti içinde hikmetini, rahmetini gösteren ve rubûbiyet-i mûtlakası içinde mevcûdiyetini ve vahdaniyetini Güneş ve gündüz gibi bildirip tanıttırmasına mukabil, îmanla tanımak ve sevdirmesine mukabil, ubûdiyetle sevmek ve ihsanatlarına mukabil, şükür ve hamd isteyen böyle bir Rahman-ı Rahîm’i tanımayan ve ubûdiyetle onu sevmeye çalışmayan, belki inkâr ile ona bir nevi adavet taşıyan insan sûretindeki şeytanlar, birer küçük Nemrud ve Fir’avun hükmünde nihayetsiz bir azaba elbette müstehak olur.