Ve az bir kısmı, kabiliyetsizlere ve yanlış mübaşeret edenlere veya ceza ve terbiyeye müstehak olanlara veya çok hayırları sünbül vermeye vesile olanlara rastgelir. Zâhirî, cüz’î bir şer, bir çirkinlik olur; bir merhametsizlik görünür. Eğer o cüz’î şer gelmemek için rahmet tarafından o unsur ve küllî mevcûd o vazifesinden men’edilse; o vakit bütün hayırlı, güzel sâir neticeleri vücût bulmaz. Bir hayrın ademi, şer ve bir güzelliğin bozulması çirkinlik olması itibariyle; o neticeler adedince şerler, çirkinlikler, merhametsizlikler husul bulur. Demek bir tek şer gelmemek için yüzer şerler, merhametsizlikler irtikâp edilir ki; bütün bütün hikmete, maslahata, rubûbiyetteki rahmete muhalif düşer. Meselâ: Kar, soğuk, ateş, yağmur gibi nevilerin yüzer hikmetleri, maslahatları içinde bazı dikkatsiz ve ihtiyatsızlar, su-i ihtiyarlariyle kendileri hakkında şer yapsa; meselâ, elini ateşe soksa, ateşin hilkatında rahmet yoktur dese; ateşin had ve hesaba gelmeyen hayırlı, maslahatlı, merhametli faydaları onu tekzib edip ağzına vurur.
Hem insanın hodgâm hevesatı ve süflî ve âkibeti görmeyen hissiyatı, kâinatta cereyan eden rahmaniyet ve hâkîmiyet ve rubûbiyet kanunlarına mikyas ve mehenk ve mîzan olamaz. Kendi âyinesinin rengine göre görür. Merhametsiz siyah bir kalb; kâinatı ağlar, çirkin, zulüm ve zulümat sûretinde görür. Fakat îman gözüyle baksa; yetmiş güzel hulleleri giymiş bir Cennet hurisi gibi, rahmetler ve hayırlar ve hikmetlerden dikilmiş yetmiş binler güzel libasları birbiri üstüne giymiş, dâima güler, rahmetle tebessüm eder bir insan-ı ekber ve ondaki insan nev’ini bir kâinat-ı suğra ve herbir insanı bir âlem-i asgar müşahede eder. Bütün ruh u cânıyla:
der.