“Hem bu kadar azîm bir cemâatin yolu, davası yanlış olamaz ve duası reddedilmez; şeytanî vesveseleri tard eder” diye düşünürken ve namazda cemâatin büyük menfaatlerini bilmüşahede tasdik ederken, bir perde daha açıldı. Gördüm ki; kâinat, bir câmi-i ekber ve bütün mahlûkat tâifeleri, bir salât-ı kübrâda cemâat ile herbiri kendine mahsus bir ibâdetle ve hâl dili ile bir nevi namaz kılıyorlar gibi Mabud-u Zülcelâl’in muhit rubûbiyetine karşı çok geniş bir ubûdiyetle mukabele için herbiri umumun şehâdetlerini ve tevhidlerini tasdik eder ki, aynı neticeyi isbat tarzında vaziyet alıyorlar diye müşahede ederken, birden bir perde daha açıldı. Gördüm ki; nasıl bir insan-ı ekber olan kâinat, lîsan-ı hal ve çok eczaları, isti’dâd ve ihtiyac-ı fıtrî lîsaniyle ve zîşuur mevcûdâtları, lîsan-ı kal ile
diyorlar ve Hâlıkının merhametkârane rubûbiyetine karşı ubûdiyetlerini gösteriyorlar; aynen öyle de, birer küçücük kâinat hükmünde o cemâat-ı uzmâda herbir arkadaşımın cesedi gibi benim cesedimdeki zerreler ve kuvveler ve duygularım dahi Hâlıkının rubûbiyetine karşı itaat ve ihtiyaçlarının lîsan-ı haliyle
diyerek emir ve irade-i İlâhîyeye göre hareket ettiklerini ve her anda Hâlıklarının inâyetine ve rahmetine ve yardımına muhtaç olduklarını gösteriyorlar gördüm. Hem namazdaki cemâatin kudsî sırrını, hem nun’un güzel mu’cizesini hayretle müşahede edip, nun kapısıyla girdiğim gibi çıktım, Elhamdülillâh dedim.
cümlesini, o üç cemâatin ve o büyük ve küçücük arkadaşlarım hesabına da söylemeye alıştım. Şimdi mukaddime bitti, sadede geliyoruz.
’in işâret ettikleri hüccete gâyet kısa bir işârettir: