Ve bu on dördüncü asırda Kur’ânın i’caz-ı ma’nevîsinden neş’et eden bir urvet-ül-vüska ve zulümattan nura çıkaracak bir vesile-i nurânîye Risâle-in Nur olduğunu remzen bildirir.
ONUNCU ÂYET:
ON BİRİNCİ ÂYET:
ON İKİNCİ ÂYET:
âyetleridir. Meâl-i icmâlîleri der ki: “Kur’ân hikmet-i kudsiyeyi size bildiriyor. Sizi ma’nevî kirlerden temizlendiriyor.” Bu üç âyetin küllî ve umûmî ma’nalarında Risâle-i Nur kasdî bir sûrette dâhil olduğuna iki kuvvetli emâre var.
Birisi şudur ki: Risâle-i Nur’un müstesna bir hassası, İsm-i Hakem ve Hakîm’in mazharı olup bütün safahatında, mebahisinde nizam ve intizam-ı kâinatın âyinesinde İsm-i Hakem ve Hakîm’in cilveleri olan hikmet-i kudsiyeyi ve hikemiyat-ı Kur’âniyeyi ders veriyor. Mevzuu ve neticesi hikmet-i Kur’âniyedir.
İkinci Emâre: Birinci Âyet: Bin üç yüz yirmi iki (1322) ederek makam-ı ebcedî ile Risâle-in Nur müellifinin doğrudan doğruya ulûm-u âliyeden başını kaldırıp hikmet-i Kur’âniyeye müteveccih olarak hâdim-ül Kur’ân vaziyetini aldığı tarihtir ki, bir sene sonra İstanbul’a gitmiş ma’nevî mücâhedesine başlamış.
İkinci âyet ise: Makam-ı cifrîsi bin üç yüz iki (1302) ederek Risâle-i Nur müellifinin Kur’ân dersini aldığı tarihe tam tamına tevâfuk ile remzen Kur’ânın bahir bir bürhanı olan Resail-in Nur’a bakar.