Hem haşrin en kuvvetli ve parlak bir bürhanı olan Onuncu Söz’ün etrafa yayılması tarihine ve Kur’ânın kırk vecihle mu’cize olduğunu beyân eden Yirmi Beşinci Söz’ün iştiharı hengâmına, hem
adedine tam tamına tevâfukla bakar. Eğer mezheb-i selef gibi ’da vakıf olsa, o halde deki şeddeli iki sayılsa bin üç yüz altmış (1360) küsur ederek Risâlet-ün Nur şâkirdlerinin bundan on beş-yirmi sene sonraki rasihâne ve muhakkikane olan ilimlerine ve îmanlarına remzen baktığı gibi, şeddeli asıl itibariyle bir bir sayılsa bin iki yüz on iki (1212) ederek bundan bir buçuk asır evvel Mevlâna Hâlid Zülcenaheyn’in Hindistan’dan getirdiği parlak bir ilm-i hakîkat rüsuhiyle o zamanda meydan alan te’vilat-ı fasideyi ve şübehatı dağıtarak yüz senede elli milyondan ziyâde insanları dâire-i irşadına aldığı ve tenvir ettiği zamanın tarihine tam tamına tevâfukla bakar.
İkinci âyet olan
şeddeli ر aslına nazaran bir bir sayılmak cihetiyle makam-ı ebcedîsi bin üç yüz kırk dört (1344) etmekle her asra baktığı gibi bu asra da husûsi remzen bakar. Ve ilm-i hakîkatta râsihâne çalışan ve kuvvetli îman eden bir tâifeye işâret eder. Ve çok âyetlerin ehemmiyetle gösterdikleri bu bin üç yüz kırk dörtte Risâlet-ün Nur ve şâkirdlerinden daha ziyâde bu vazifeyi müşkil şerait içinde sebatkârane yapan zâhirde görülmüyor. Demek bu âyet onları dahi dâire-i harîmine husûsi dâhil ediyor.
ON BEŞİNCİ ÂYET:
Şu âyet bu zamana dahi hitab eder. Çünkü tamam − hariç kalsa− bin üç yüz altmış (1360) küsur eder.