Gâyet latif ve müjdeli bir tevâfuktur. İkinci vecihte, yâni bin üç yüz dört (1304) makamiyle Risâle-i Nur’un tercümanı, Risâle-i Nur’un basamakları olan mebâdi-i ulûma besmele-keş olduğu ve fütuhat-ı Nuriyede besmelesini çektiği ve fatiha-i hayat-ı ilmiyede
okuduğu zamanına tam tamına tevâfukla parmak basıyor, arkasını sıvatıyor, “Haydi git, selâmetle çalış” remzen diyor. Üçüncü vecihte, yâni bin iki yüz doksan üç veya dört (1293-1294) olan makam-ı cifrîsiyle o tercümanın besmele-i hayat-ı dünyeviyesinin ibtidasına tam tamına tevâfuk sırriyle îma eder ki, onun hayatı çok dehşetli dağdağaları ve fırtınaları görmek ve çekmekle beraber dâima Rahman ve Rahîm isimlerinin mazharı olarak rahmetle muhafaza ve şefkatle terbiye edileceğini remzen mün’îmane haber veriyor. Bu sûretle Kur’ân’ın ma’nevî i’cazından ihbar-ı gaybî nev’inin bir şuâını gösteriyor.
YİRMİ ALTINCI ÂYET:
Sûre-i Hûd’da
âyetinin iki satır sonra gelen
âyetidir. Şu âyetin şeddeli ﻡ ve şeddeli ل ve şeddeli ن ikişer sayılmak ve deki vakıfta olduğundan olmak cihetiyle makam-ı cifrîsi bin üç yüz elli iki (1352) olmakla tam tamına Resail-in Nur şâkirdlerinin en me’yusiyetli ve musîbetli zamanları olan bin üç yüz elli iki tarihine tam tamına tevâfukla o acınacak hallerinde kudsî ve semavî bir teselli, bir beşarettir. Ve âyetin münâsebet-i ma’nevîyesi bir-iki risâlede, yâni Keramat-ı Aleviye’de ve Gavsiyede beyân edilmiştir.
deki kelimesi
’deki kelimesine Kur’ân sahifesinde tam müvazi ve mukabil gelmesi, bu tevâfuka bir letâfet daha katar.