Husûsan fesad-ı ümmet zamanında Sünnet-i Seniyyenin küçük bir âdabına müraat etmek, ehemmiyetli bir takvâyı ve kuvvetli bir îmanı ihsas ediyor. Doğrudan doğruya Sünnete ittiba etmek, Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ı hatıra getiriyor. O ihtardan o hatıra, bir Huzur-u İlâhî hatırasına inkılâb eder. Hatta en küçük bir muamelede, hatta yemek, içmek ve yatmak âdabında Sünnet-i Seniyyeyi mürâat ettiği dakikada, o âdi muamele ve o fıtrî amel, sevablı bir ibâdet ve şer’î bir hareket oluyor. Çünkü; o âdi hareketiyle Resûl-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a ittibaını düşünüyor ve şerîatın bir edebi olduğunu tasavvur eder ve şerîat sâhibi o olduğu hatırına gelir. Ve ondan şâri-i hakîki olan Cenâb-ı Hakk’a kalbi müteveccih olur, bir nevi huzur ve ibâdet kazanır.
İşte bu sırra binâen Sünnet-i Seniyyeye ittibaı kendine âdet eden, âdâtını ibâdete çevirir, bütün ömrünü semeredar ve sevabdar yapabilir.
İKİNCİ NÜKTE: İmâm-ı Rabbânî Ahmed-i Farûkî (R.A.) demiş ki: “Ben seyr-i ruhanîde kat-ı merâtib ederken, tabakat-ı Evliya içinde en parlak, en haşmetli, en letafetli, en emniyetli; Sünnet-i Seniyyeye ittibaı, esas-ı tarîkat ittihaz edenleri gördüm. Hatta o tabakanın âmi Evliyaları, sâir tabakatın has velîlerinden daha muhteşem görünüyordu.” Evet müceddid-i elf-i sâni İmâm-ı Rabbânî (R.A.) hak söylüyor. Sünnet-i Seniyyeyi esas tutan, Habibullahın zılli altında makam-ı mahbubiyete mazhardır.
ÜÇÜNCÜ NÜKTE: Bu fakir Said, Eski Said’den çıkmaya çalıştığı bir zamanda, rehbersizlikten ve nefs-i emmârenin gururundan gâyet müdhiş ve ma’nevî bir fırtına içinde akıl ve kalbim hakâik içerisinde yuvarlandılar. Kâh süreyyadan serâya, kâh seradan süreyyaya kadar bir sukut ve suûd içerisinde çalkanıyorlardı.
İşte o zaman müşahede ettim ki: Sünnet-i Seniyyenin mes’eleleri, hatta küçük âdâbları, gemilerde hatt-ı hareketi gösteren kıblenâmeli birer pusula gibi, hadsiz zararlı, zulümatlı yollar içinde birer düğme hükmünde görüyordum. Hem o seyahat-ı ruhiyede çok tazyikat altında gâyet ağır yükler yüklenmiş bir vaziyette kendimi gördüğüm zamanda, Sünnet-i Seniyyenin o vaziyete temas eden mes’elelerine ittiba ettikçe, benim bütün ağırlıklarımı alıyor gibi bir hıffet buluyordum. Bir teslimiyetle tereddüdlerden ve vesveselerden, yâni “Acaba böyle hareket hak mıdır? maslahat mıdır?” diye endişelerden kurtuluyordum. Ne vakit elimi çektiysem, bakıyordum: Tazyikat çok. Nereye gittikleri anlaşılmayan çok yollar var. Yük ağır, ben de gâyet âcizim.