Halbuki bu mağlâta-i şeytaniyenin hükmü, gâyet sathî ve faidesiz ve muvakkattır.
İşte Kur’ân-ı Hakîmin küffarlar hakkında da bir nevi cihet-i rahmeti vardır ki; hayat-ı dünyeviyeyi onlara Cehennem olmaktan bir derece kurtarıp bir nevi şek vererek, şek ile yaşıyorlar. Yoksa Âhiret Cehennemini andıracak bu dünyada dahi ma’nevî bir Cehennem azabı çekeceklerdi ve intihara mecbur olacaklardı.
İşte ey ehl-i îman! Sizi idam-ı ebedîden ve dünyevî ve uhrevî Cehennemlerden kurtaran Kur’ânın himayeti altına mü’minane ve mu’temidane giriniz ve Sünnet-i Seniyyesinin dâiresine teslimkârane ve müstahsinâne dahil olunuz, dünya şekavetinden ve Âhirette azabdan kurtulunuz!
DOKUZUNCU İŞÂRET: Sual: Hizbullah olan ehl-i hidâyet, başta Enbiya ve onların başında Fahr-i Âlem Aleyhissalâtü Vesselâm, o kadar inâyet ve Rahmet-i İlâhîyye ve İmdâd-ı Sübhâniyeye mazhar oldukları halde, neden çok def’a, hizbü’ş-şeytan olan ehl-i dalâlete mağlub olmuşlar? Hem, Hâtemü’l-Enbiya’nın Güneş gibi parlak Nübüvvet ve Risâleti ve iksir-i a’zam gibi te’sirli i’caz-ı Kur’ânî vâsıtasiyle irşadı ve cazibe-i umûmîye-i kâinattan daha cazibedar hakâik-i Kur’âniyenin komşuluğunda ve yakınında olan Medîne münâfıklarının dalâlette ısrarları ve hidâyete girmemeleri ne içindir ve hikmeti nedir?
Elcevab: Bu iki şık müdhiş sualin halli için, derince bir esas beyân etmek lâzım gelir. Şöyle ki:
Şu kâinat Hâlık-ı Zülcelâlinin hem Cemâlî, hem Celâlî iki kısım esmâsı bulunduğundan ve o Cemâlî ve Celâlî isimler, hükümlerini ayrı ayrı cilvelerle göstermek iktiza ettiklerinden, Hâlik-ı Zülcelâl, kâinatta ezdadı birbirine mezcedip birbirine mukabil getirip ve birbirine mütecaviz ve müdâfi bir vaziyet verip, hikmetli ve menfaattar bir nevi mübâreze sûretine getirip, ondan, zıdları birbirinin hududuna geçirip ihtilâfat ve tagayyürat meydana getirmekle kâinatı kanun-u tagayyür ve tahavvül ve düstûr-u terakki ve tekâmüle tâbi kıldığı için; o şecere-i hilkatın câmi bir semeresi olan insan nev’inde o kanun-u mübarezeyi daha acib bir şekle getirip bütün terakkiyat-ı insaniyeye medâr bir mücahede kapısını açıp, HİZBULLAH’a karşı meydana çıkabilmek için hizbü’ş-şeytana ba’zı cihâzât vermiş.
İşte bu sırr-ı dakîk içindir ki, Enbiyalar çok def’a ehl-i dalâlete karşı mağlub oluyor. Ve gâyet zaaf ve aczde olan dalâlet ehli, ma’nen gâyet kuvvetli olan Ehl-i Hakka muvakkaten galib oluyorlar ve mukavemet ediyorlar. Bu acib mukavemetin sırr-ı hikmeti şudur ki: