Şahsiyetini kardeşler içinde fâni edip (Hâşiye), onların nefislerini kendi nefsine tercih etmek” olduğundan, mâbeynimizde bu nevi hubb-u câhtan gelen rekabet te’sir etmemek gerektir. Çünkü, mesleğimize bütün bütün münâfîdir. Mâdem kardeşlerin şerefi umûmîyetle her ferde ait olabilir; o büyük şeref-i ma’nevîyi, şahsî, hodfuruşane, rekabetkârâne, cüz’î bir şerefe ve şöhrete feda etmek; Risâle-i Nur şâkirdlerinden yüz derece uzak olduğu ümidindeyim. Evet, Risâle-i Nur şâkirdlerinin kalbi, aklı, ruhu; böyle aşağı, zararlı, süflî şeylere tenezzül etmez. Fakat herkeste nefs-i emmâre bulunur. Ba’zı da hissiyât-ı nefsiyye damarlara ilişir. Bir derece hükmünü; kalb, akıl ve ruhun rağmına olarak icrâ eder. Sizlerin kalb ve ruh ve aklınızı ittiham etmem. Risâle-i Nur’un verdiği te’sire binâen itimad ediyorum. Fakat nefs ve heva ve his ve vehim ba’zan aldatıyorlar. Onun için, ba’zan şiddetli îkâz olunuyorsunuz. Bu şiddet, nefs ve hevâ ve his ve vehme bakıyor; ihtiyatlı davranınız. Evet, eğer mesleğimiz şeyhlik olsa idi, makam bir olurdu veyahut mahdud makamlar bulunurdu. O makama müteaddid isti’dâdlar namzed olurdu. Gıbtakârane bir hodgâmlık olabilirdi. Fakat mesleğimiz uhuvvettir. Kardeş kardeşe peder olamaz, mürşid vaziyetini takınamaz. Uhuvvetteki makam geniştir. Gıbtakârâne müzahameye medâr olamaz. Olsa olsa, kardeş kardeşe muavin ve zâhir olur; hizmetini tekmil eder. Pederâne, mürşidane mesleklerdeki gıbtakârâne hırs-ı sevab ve ulüvv-ü himmet cihetiyle çok zararlı ve hatarlı neticeler vücûda geldiğine delil: Ehl-i tarîkatın o kadar mühim ve azîm kemalâtları ve menfaatleri içindeki ihtilâfâtın ve rekabetin verdiği vahim neticelerdir ki; onların o azîm, kudsî kuvvetleri bid’a rüzgârlarına karşı dayanamıyor.
Üçüncü Mâni: Korku ve tama’dır. Bu mâni diğer bir kısım mânilerle beraber Hücumât-ı Sitte’de tamamiyle îzah edildiğinden ona havale edip, Cenâb-ı Erhamürrâhimînden bütün Esmâ-i Hüsnâsını şefaatçı yapıp niyaz ediyoruz ki: “Bizleri ihlâs-ı tâmme muvaffak eylesin... Âmîn...”
------------------------------
(Hâşiye): Evet bahtiyar odur ki; Kevser-i Kur’ânîden süzülen tatlı, büyük bir havuzu kazanmak için, bir buz parçası nev’indeki şahsiyetini ve enâniyetini o havuz içine atıp eritendir.