Gururu bırak, seni yaratanı düşün, kabre gideceğini bil, öyle hazırlan.” İşte hastalık bu nokta-i nazardan hiç aldatmaz bir nâsih ve îkaz edici bir mürşiddir. Ondan şekva değil, belki bu cihette ona teşekkür etmek; eğer fazla ağır gelse, sabır istemek gerektir...
DÖRDÜNCÜ DEVA: Ey şekvacı hasta! Senin hakkın şekva değil şükürdür, sabırdır. Çünkü senin vücûdun ve âzâ ve cihâzâtın, senin mülkün değildir. Sen onları yapmamışsın.. başka tezgâhlardan satın almamışsın. Demek başkasının mülküdür. Onların mâliki, mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Yirmi Altıncı Sözde denildiği gibi, meselâ gâyet zengin, gâyet mahir bir san’atkâr; güzel san’atını, kıymetdar servetini göstermek için, miskin bir adama modellik vazifesini gördürmek maksadiyle, bir ücrete mukabil, bir saatcik zamanda, murassa ve gâyet san’atlı diktiği bir gömleği, bir hulleyi o fakîre giydirir. Onun üstünde işler ve vaziyetler verir. Hârika enva-ı san’atını göstermek için; keser, değiştirir, uzaltır, kısaltır. Acaba şu ücretli miskin adam, o zâta dese; bana zahmet veriyorsun.. eğilip kalkmakla verdiğin vaziyetten bana sıkıntı veriyorsun.. beni güzelleştiren bu gömleği kesip kısaltmakla güzelliğimi bozuyorsun demeye hak kazanabilir mi? Merhametsizlik, insafsızlık ettin diyebilirmi? İşte aynen bu misal gibi, Sâni-i Zülcelâl, sana ey hasta! Göz, kulak, akıl, kalb gibi nurânî duygularla murassa olarak giydirdiği cisim gömleğini, Esmâ-i Hüsnâsının nakışlarını göstermek için, çok halât içinde seni çevirir ve çok vaziyetlerde seni değiştirir. Sen açlıkla onun Rezzak ismini tanıdığın gibi, Şâfî ismini de hastalığınla bil. Elemler, musîbetler bir kısım esmâsının ahkâmını gösterdikleri için, onlarda hikmetten lem’alar ve rahmetten şualar ve o şuaat içinde çok güzellikler bulunuyor. Eğer perde açılsa, tevahhuş ve nefret ettiğin hastalık perdesi arkasında, sevimli güzel ma’naları bulursun...
BEŞİNCİ DEVA: Ey maraza mübtelâ hasta! Bu zamanda tecrübemle kanaatım gelmiştir ki, hastalık ba’zılara bir İhsan-ı İlâhîdir, bir hediye-i rahmanîdir. Bu sekiz dokuz senedir, liyakatsız olduğum halde, ba’zı genç zâtlar, hastalık münâsebetiyle duâ için benimle görüştüler. Dikkat ettim ki; hangi hastalıklı genci gördüm, sâir gençlere nisbeten âhiretini düşünmeye başlıyor. Gençlik sarhoşluğu yok. Gaflet içindeki hayvanî hevesattan bir derece kendini kurtarıyor. Ben de bakıyordum, onların tahammül dahilindeki hastalıklarını bir İhsan-ı İlâhî olduğunu ihtar ederdim. Derdim ki; “kardeşim, senin bu hastalığının aleyhinde değilim, hastalık için sana karşı bir şefkat hissedip acımıyorum ki duâ edeyim. Hastalık seni tam uyandırıncaya kadar sabra çalış ve hastalık vazifesini bitirdikten sonra Hâlik-ı Rahîm inşâallah sana şifa verir.”