Nefsim bilmecbûriye dedi: Evet, ben vatanımdan garîb olduğum gibi, bu elli sene zarfındaki ömrümde zeval bulan sevdiklerimden ayrı düştüğümden ve arkalarında onlara ağlayarak kaldığımdan, bu vatan gurbetinden daha ziyâde hazin ve elîm bir gurbettir. Ve bu gece ve dağın garîbane vaziyetindeki hazin gurbetten daha ziyâde hazin ve elîm bir gurbete yakınlaşıyorum ki, bütün dünyadan birden müfarakat zamanı yakınlaştığını ihtiyarlık bana haber veriyor. Bu gurbet gurbet içinde ve bu hüzün hüzün içindeki vaziyetten bir rica, bir nur aradım. Birden îman-ı Billah imdâda yetişti. Öyle bir ünsiyet verdi ki; bulunduğum muzaaf vahşet bin def’a tezâuf etse idi, yine o teselli kâfi gelirdi.
Evet, ey ihtiyar ve ihtiyareler! Mâdem Rahîm bir Hâlıkımız var; bizim için gurbet olamaz. Mâdem O var, bizim için herşey var. Mâdem o var, melâikeleri de var. Öyle ise bu dünya boş değil, hâlî dağlar, boş sahralar Cenâb-ı Hakk’ın ibâdıyla doludur. Zîşuur ibâdından başka, onun nuriyle, onun hesabıyla taşı da ağacı da birer munis arkadaş hükmüne geçer; lîsan-ı hal ile bizim ile konuşabilirler ve eğlendirirler. Evet, bu kâinatın mevcûdâtı adedince ve bu büyük kitab-ı âlemin harfleri sayısınca vücûduna şehâdet eden ve zîruhların medâr-ı şefkat ve rahmet ve inâyet olabilen cihâzâtı ve mat’umatı ve ni’metleri adedince rahmetini gösteren deliller, şahidler, bize Rahîm, Kerîm, Enîs, Vedûd olan Hâlıkımızın, Sâniimizin, Hâmimizin dergâhını gösteriyorlar. O dergâhta en makbûl bir şefaatçı, acz ve zaaftır. Ve acz ve zaafın tam zamanı da, ihtiyarlıktır. Böyle bir dergâha makbûl bir şefaatçı olan ihtiyarlıktan küsmek değil, sevmek lâzımdır...
YEDİNCİ RİCA: Bir zaman ihtiyarlığımın başlangıcında, Eski Said’in gülmeleri Yeni Said’in ağlamalarına inkılâb ettiği hengâmda, Ankara’daki ehl-i dünya, beni Eski Said zannedip oraya istediler; gittim. Güz mevsiminin âhirlerinde Ankara’nın benden çok ziyâde ihtiyarlanmış, yıpranmış, eskimiş kal’asının başına çıktım. O kal’a, tahaccür etmiş hâdisat-ı tarihiye sûretinde bana göründü. Senenin ihtiyarlık mevsimiyle benim ihtiyarlığım, kal’anın ihtiyarlığı, beşerin ihtiyarlığı, şanlı Osmanlı Devletinin ihtiyarlığı ve Hilâfet saltanatının vefatı ve dünyanın ihtiyarlığı; bana gâyet hazin ve rikkatli ve firkatli bir hâlet içinde, o yüksek kal’ada geçmiş zamanın derelerine ve gelecek zamanın dağlarına baktırdı ve baktım. Birbiri içinde beni ihâta eden dört beş ihtiyarlık karanlıkları içinde, Ankara’da en kara bir hâlet-i ruhiye hissettiğimden, (Hâşiye) bir nur, bir teselli, bir rica aradım.
----------------------------------------------------(Hâşiye): O zaman bu hâlet-i ruhiye Fârisî bir münâcât sûretinde kalbe geldi, yazdım. Ankara’da Hubab Risâlesinde tab’ edilmiştir.