Ve o emri; göz kapakları, gözleri temizlemek ve sinekler, kanatlarını süpürmek için dinledikleri gibi, koca hava ve bulut dahi dinler. Hava zemînin sathına, yüzüne konan toz toprak gibi süprüntülere üfler, tanzif eder. Bulut süngeri, zemîn bahçesine su serper, toz toprağı yatıştırır. Sonra gökyüzünü çok zaman kirletmemek için, çabuk süprüntülerini toplayıp kemâl-i intizamla çekilir, gizlenir. Göğün güzel yüzünü ve gözünü, silinmiş ve süpürülmüş, parıl parıl parlar gösteriyor. Ve o evâmir-i tanzifiyeyi; yıldızlar, unsurlar, mâdenler, nebatlar dinledikleri gibi, bütün zerreler dahi dinliyorlar ki, hayretengiz tahavvülât fırtınaları içinde o zerreler nezafete dikkat ediyorlar. Bir yerde lüzumsuz toplanmıyorlar, kalabalık etmiyorlar. Mülevves olsalar, çabuk temizleniyorlar. En temiz ve en nazif ve en parlak ve en pâk vaziyetleri; en güzel, en saf, en latif sûretleri almak için, bir dest-i hikmet tarafından sevkolunuyorlar.
İşte bu tek fiil, yâni tek hakîkat olan tanzif; İsm-i Kuddûs gibi bir İsm-i Â’zamdan, kâinatın dâire-i âzamında görünen bir cilve-i â’zamdır ki, doğrudan doğruya Mevcûdiyet-i Rabbânîyeyi ve Vahdaniyet-i İlâhîyyeyi Esmâ-i Hüsnâsiyle beraber, Güneş gibi geniş ve dürbün gibi olan gözlere gösterir.
Evet, Risâle-i Nur’un çok cüz’lerinde kat’i bürhanlarla isbat edilmiş ki: İsm-i Hakem ve İsm-i Hakîm’in bir cilvesi olan fiil-i tanzim ve nizam, ve İsm-i Adl ve Âdil’in bir cilvesi olan fiil-i tevzin ve mîzan ve İsm-i Cemil ve Kerîm’in bir cilvesi olan fiil-i tezyin ve ihsan ve İsm-i Rab ve Rahîm’in bir cilvesi olan fiil-i terbiye ve in’âm; bu dâire-i âzam-ı âlemde, herbiri bir tek hakîkat ve bir tek fiil olduklarından, bir tek Zâtın vücûb-u vücûdunu ve vahdetini gösteriyorlar. Aynen öyle de: İsm-i Kuddûs’ün bir mazharı ve bir cilvesi olan fiil-i tanzif ve tathir dahi, o Zât-ı Vâcibü’l-Vücûd’un hem Güneş gibi mevcûdiyetini, hem gündüz gibi vahdaniyetini gösteriyorlar. Ve mezkûr tanzim, tevzin, tezyin, tanzif misillü o ef’âl-i hakîmane, âzamî dâirede vahdet-i nev’iyeleri noktasında bir tek Sâni-i Vâhid’i gösterdikleri gibi; Esmâ-i Hüsnânın ekserisinin, belki bin bir esmânın herbirinin böyle birer cilve-i âzamı, bu dâire-i âzamda vardır. Ve o cilveden gelen fiil, büyüklüğü nisbetinde vuzuh ve kat’iyyetle Vâhid-i Ehad’i gösterir.
Evet, herşeyi kanun ve nizamına itaat ettiren hikmet-i âmme ve herşeyi süslendirip yüzünü güldüren inâyet-i şâmile ve her şeyi sevindirip memnun eden rahmet-i vasia ve zîhayat her şeyi beslendirip lezzetlendiren rızk-ı umûmî-i iaşe ve her şeyi umum eşyaya münâsebettar ve müstefid ve bir derece mâlik eden hayat ve ihya gibi kâinatın yüzünü güldüren, ışıklandıran bedihî hakîkatlar ve vahdanî fiiller; ziyâ Güneşi gösterdiği gibi, birtek Zât-ı Hakîm, Kerîm, Rahîm, Rezzak, Hayy ve Muhyî’yi bilbedahe gösteriyorlar.