Elhâsıl: Vâcib-ül Vücûda her mevcûdu vermek, vücub derecesinde bir suhûleti var. Ve tabiata îcad cihetinde vermek, imtina derecesinde müşkil ve hâric-i dâire-i akliyedir.
ÜÇÜNCÜ MUHÂL: Bu muhâli îzah edecek ba’zı risâlelerde beyân edilen iki misâl:
Birinci Misâl: Bütün âsâr-ı medeniyetle tekmil ve tezyin edilmiş, hâlî bir sahrada kurulmuş, yapılmış bir saraya; gâyet vahşi bir adam girmiş; içine bakmış.. Binlerle muntazam san’atlı eşyayı görmüş... Vahşetinden, ahmaklığından, “Hâriçten kimse müdâhale etmeyip, o saray içinde o eşyadan birisi, o sarayı müştemilatiyle beraber yapmıştır.” diye taharriye başlıyor. Hangi şeye bakıyor... o vahşetli aklı dahi kâbil görmüyor ki, o şey bunları yapsın. Sonra o sarayın teşkilat proğramını ve mevcûdât fihristesini ve idare kanunları içinde yazılı olan bir defteri görür. Çendan elsiz ve gözsüz ve çekiçsiz olan o defter dahi, sâir içindeki şeyler gibi, hiçbir kabiliyeti yoktur ki o sarayı teşkil ve tezyin etsin. Fakat muztar kalarak, bilmecbûriye, eşya-yı âhere nisbeten, kavânîn-i ilmiyenin bir ünvanı olmak cihetiyle, o sarayın mecmuuna bu defteri münâsebetdar gördüğünden, “İşte bu defterdir ki, o sarayı teşkil, tanzim ve tezyin edip bu eşyayı yapmış, takmış, yerleştirmiş.” diyerek vahşetini; ahmakların, sarhoşların hezeyanına çevirmiş.
İşte aynen bu misâl gibi: Hadsiz derecede misâldeki saraydan daha muntazam, daha mükemmel ve bütün etrafı mu’cizane hikmetle dolu şu saray-ı âlemin içine, inkâr-ı Ulûhiyete giden “tabiiyyun” fikrini taşıyan vahşi bir insan girer. Dâire-i mümkinat hâricinde olan Zât-ı Vâcib-ül Vücûd’un eser-i san’atı olduğunu düşünmeyerek ve ondan i’raz ederek, dâire-i mümkinat içinde kader-i İlâhînin yazar bozar bir levhası hükmünde