Hem hiç imkân varmı ki, bu kâinatın Sânii, mahlûkatını yüzbin diller ile birbiriyle konuştursun ve onların konuşmalarını işitsin ve bilsin ve kendisi konuşmasın. Hâşâ!...
Hem hiç akıl kabul eder mi ki: Kâinattaki, makasıd-ı İlâhiyyesini bir ferman ile bildirmesin, Ve muammasını açacak ve mahlûkat ne yerden geliyorlar ve ne yere gidecekler, ve ne için böyle kafile kafile arkasında buraya gelip bir parça durup geçiyorlar, diye üç dehşetli sual-i umumiye hakiki cevap verecek Kur’an gibi bir kitabı göndermesin. Hâşâ!...
Hem hiç mümkün müdür ki: Onüç asrı ışıklandıran; ve her saatte yüz milyon lisanlarda kemâl-i hürmetle gezen; ve milyonlar hâfızların kalblerinde kudsiyetiyle yazılan; ve nev-i beşerin, keyfiyeten kısm-ı a’zamını kanunlariyle idare eden; ve nefislerini ve ruhlarını ve kalblerini ve akıllarını terbiye ve tezkiye ve tasfiye ve tâlim eden; ve Risale-i Nur’da kırk vech-i i’cazı isbat edilen; ve kırk taife ve tabaka-i nâsa, ve her bir tabakaya karşı bir nevi i’cazını gösterdiği kerâmetli ve hârikalı Ondokuzuncu Mektup’ta beyan olunan; ve Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm bin mu’cizatıyla onun bir mu’cizesi olarak hak kelâmullah olduğu kat’i isbat edilen; Kur’an-ı Mu’cizül-Beyan, hiçbir cihette imkanı varmı ki,