ve o mescid-i ekberde hadsiz tarzlarda ibâdet edenlere imamları tayin etmesin.. ve o üstadlara ve müfessirlere ve imamlara fermanları vermesin... Hâşâ, yüz bin hâşâ!..
Hem cemâl-i rahmetini ve hüsn-ü şefkatini ve kemâl-i rubûbiyyetini zîşuurlara göstermek ve onları şükre ve hamde sevketmek için bu kâinatı öyle bir ziyafetgâh ve bir teşhirgâh ve öyle bir seyrangâh ki; hadsiz çeşit çeşit, leziz ni’metler ve gâyet antika, hadsiz hârika san’atlar içinde dizilmiş bir tarzda halkeden bir Sâni-i Rahîm ve Kerîm hiç mümkün müdür ve hiç akıl kabul eder mi ki; o ziyafetgâhtaki zîşuur mahlûklar ile konuşmasın ve onlara o ni’metlere mukâbil elçileri vasıtasiyle vazife-i teşekküriyeyi ve tezahür-ü rahmetine ve sevdirmesine karşı vazife-i ubûdiyeti bildirmesin. Hâşâ, binler hâşâ!..
Hem hiç mümkün müdür bir sâni’ san’atını sever, beğendirmek ister; hatta ağızların bin çeşit zevklerini nazara alması delâletiyle, takdir ve tahsinlerle karşılanmak arzu eder ve herbir san’atiyle kendini hem tanıttırmak, hem sevdirmek, hem bir çeşit ma’nevî cemâlini göstermek ister bir tarzda bu kâinatı antika san’atlarla süslendirdiği halde, kâinattaki zîhayatın kumandanları olan insanlara onların büyüklerinden bir kısmı ile konuşup elçi olarak göndermesin? Güzel san’atları takdirsiz ve fevkalâde hüsn-ü esmâsı tahsinsiz ve tanıttırması ve sevdirmesi mukabelesiz kalsın... Hâşâ, yüz bin hâşâ!..
Hem bütün zîhayatın ihtiyâcât-ı fıtriyeleri için duâlarına ve hal dili ile edilen bütün ilticalara ve arzulara, vakti vaktine, kasd ve ihtiyar ve irâdeyi gösterir bir tarzda hadsiz in’âmlariyle ve nihayetsiz ihsanâtiyle fiilen ve halen sarih bir sûrette konuşan bir Mütekellim-i Alîm; hiç mümkün müdür, hiç akıl kabul eder mi, en cüz’î bir zîhayat ile fiilen ve hâlen konuşsun ve tam derdine derman yetiştiren ihsâniyle derdini dinlesin ve ihtiyacını görsün ve bilsin ve bütün kâinatın en müntehab neticesi ve arzın halifesi ve ekser mahlûkat-ı arziyenin kumandanları olan insanların ma’nevî reisleri ile görüşmesin. Onlarla, belki her zîhayat ile fiilen ve halen konuştuğu gibi, onlar ile kavlen ve kelâmen konuşmasın ve onlara fermanları ve suhuf ve kitabları göndermesin. Hâşâ!.. hadsiz hâşâ!..
Demek, îman-ı Billâh, kat’iyyetiyle ve hadsiz hüccetleriyle yâni peygamberlere ve mukaddes kitablara îmanı isbat eder.