tevhidini, dağlar kuvvetinde ve sebatında ve sahralar genişliğinde ve büyüklüğünde görür, “Âmentü Billah” der.
İşte bu ma’nayı ifade için, Birinci Makam’ın Beşinci Mertebesinde:
denilmiş.
Sonra, o yolcu dağda ve sahrada fikriyle gezerken, eşcar ve nebâtât âleminin kapısı fikrine açıldı. Onu içeriye çağırdılar; “Gel dâiremizde de gez, yazılarımızı da oku!” dediler. O da girdi, gördü ki:
Gâyet muhteşem ve müzeyyen bir meclis-i tehlil ve tevhid ve bir halka-i zikir ve şükür teşkil etmişler. Bütün eşcar ve nebâtâtın enva’ları; bil’icma’, beraber diyorlar gibi lîsan-ı hallerinden anladı. Çünkü bütün meyvedar ağaç ve nebatlar; mîzanlı ve fesahatlı yapraklarının dilleriyle ve süslü ve cezaletli çiçeklerinin sözleriyle ve intizamlı ve belâgatlı meyvelerinin kelimeleriyle beraber, müsebbihâne şehâdet getirdiklerine ve dediklerine delâlet ve şehâdet eden üç büyük küllî hakîkatı gördü:
Birincisi: Pek zâhir bir sûrette kasdî bir in’am ve ikram ve ihtiyarî bir ihsân ve imtinan ma’nası ve hakîkatı her birisinde hissedildiği gibi; mecmuunda ise, Güneşin zuhurundaki ziyası gibi görünüyor.
İkincisi: Tesâdüfe havalesi hiçbir cihet-i imkânı olmayan kasdî ve hakîmane bir temyiz ve tefrik, ihtiyarî ve rahîmane bir tezyin ve tasvir ma’nası ve hakîkatı, o hadsiz enva’ ve efradda gündüz gibi âşikâre görünüyor ve bir Sâni-i Hakîm’in eserleri ve nakışları olduklarını gösterir.