öyle bir derecede Rabbini tavsif ediyor ki; o zamandan beri gelen ehl-i mârifet ve ehl-i velâyet, telâhuk-u efkâr ile beraber, ne o mertebe-i mârifete ve ne de o derece-i tavsife yetişememeleri gösteriyor ki, duâda dahi onun misli yoktur. Risâle-i Münâcat’ın başında, Cevşen-ül Kebir’in doksan dokuz fıkrasından bir fıkrasının kısacık bir meâlinin beyân edildiği yere bakan adam, Cevşen’in dahi misli yoktur diyecek.
Hem, tebliğ-i Risâlette ve nâsı hakka dâvette o derece metanet ve sebat ve cesâret göstermiş ki; büyük devletler ve büyük dinler, hatta kavim ve kabilesi ve amcası ona şiddetli adâvet ettikleri halde, zerre mikdar bir eser-i tereddüd, bir telaş, bir korkaklık göstermemesi ve tek başiyle bütün dünyaya meydan okuması ve başa da çıkarması ve İslâmiyeti dünyanın başına geçirmesi isbat eder ki; tebliğ ve dâvette dahi misli olmamış ve olamaz.
Hem îmanda, öyle fevkalâde bir kuvvet ve hârika bir yakîn ve mu’cizane bir inkişaf ve cihanı ışıklandıran bir ulvî i’tikâd taşımış ki; o zamanın hükümranı olan bütün efkârı ve akideleri ve hükemanın hikmetleri ve ruhanî reislerin ilimleri ona muârız ve muhâlif ve münkir oldukları halde; O’nun ne yakînine, ne i’tikâdına, ne i’timadına, ne itmi’nanına hiçbir şübhe, hiçbir tereddüd, hiçbir za’f, hiçbir vesvese vermemesi ve ma’nevîyatta ve merâtib-i îmaniyede terakki eden başta sahabeler ve bütün ehl-i velâyet, O’nun her vakit mertebe-i îmanından feyz almaları ve O’nu en yüksek derecede bulmaları, bilbedahe gösterir ki; îmanı dahi emsâlsizdir.
İşte, böyle emsâlsiz bir şerîat ve misilsiz bir İslâmiyet ve hârika bir ubûdiyet ve fevkalâde bir duâ ve cihanpesendane bir davet ve mu’cizane bir îman sâhibinde, elbette hiçbir cihetle yalan olamaz ve aldatmaz diye anladı ve aklı dahi tasdik etti.
Dördüncüsü: Enbiyâların (Aleyhimüsselâm) icmaı, nasılki vücûd ve vahdaniyyet-i İlâhîyyeye gâyet kuvvetli bir delildir; öyle de, bu Zât’ın (A.S.M.) doğruluğuna ve risâletine gâyet sağlam bir şehâdettir. Çünkü Enbiyâ Aleyhimüsselâm’ın doğruluklarına ve peygamber olmalarına medâr olan ne kadar kudsî sıfatlar ve mu’cizeler ve vazifeler varsa; O Zât’ta (A.S.M.) en ileride olduğu tarihçe musaddaktır. Demek onlar, nasılki lîsan-ı kal ile; Tevrat, İncil ve Zebur ve suhuflarında bu Zât’ın (A.S.M.) geleceğini haber verip insanlara beşâret vermişler ki, kütüb-ü mukaddesenin o beşâretli işârâtından yirmiden fazla ve pek zâhir bir kısmı, On Dokuzuncu Mektub’da güzelce beyân ve isbat edilmiş.