Öyle de; kâinatın hilkatindeki makasıd-ı İlâhîyyeyi bilecek ve bildirecek ve tahavvülâtındaki Rabbânî hikmetlerini ta’lim edecek ve vazifedarane harekâtındaki neticeleri ders verecek ve mâhiyetindeki kıymetini ve içindeki mevcûdâtın kemâlâtını i’lân edecek ve o kitab-ı kebirin ma’nalarını ifade edecek bir yüksek dellâl, bir doğru keşşaf, bir muhakkik üstad, bir sâdık muallim istediği ve iktiza ettiği ve herhalde bulunmasına delâlet ettiği cihetiyle, elbette bu vazifeleri herkesten ziyâde yapan bu Zât’ın hakkaniyetine ve bu kâinat Hâlıkının en yüksek ve sâdık bir me’muru olduğuna şehâdet ettiğini bildi.
Dokuzuncusu: Mâdem bu san’atlı ve hikmetli masnûatiyle kendi hünerlerini ve san’atkârlığının kemâlâtını teşhir etmek ve bu süslü, zînetli nihayetsiz mahlûkatiyle kendini tanıttırmak ve sevdirmek ve bu lezzetli ve kıymetli hesabsız ni’metleriyle kendine teşekkür ve hamd ettirmek ve bu şefkatli ve himâyetli umûmî terbiye ve iâşe ile, hatta ağızların en ince zevklerini ve iştihaların her nev’ini tatmin edecek bir sûrette ihzâr edilen Rabbânî it’amlar ve ziyafetlerle, kendi Rubûbiyyetine karşı minnetdarâne, müteşekkirâne ve perestişkârâne ibâdet ettirmek ve mevsimlerin tebdili ve gece ve gündüzün tahvili ve ihtilafı gibi, azametli ve haşmetli tasarrufat ve icraat ve dehşetli ve hikmetli faaliyet ve hallâkıyet ile, kendi Ulûhiyetini izhar ederek, o Ulûhiyetine karşı îman ve teslim ve inkıyad ve itaat ettirmek ve her vakit iyiliği ve iyileri himaye, fenâlığı ve fenâları izâle ve semâvî tokatlar ile zalimleri ve yalancıları imha etmek cihetiyle, hakkaniyet ve adâletini göstermek isteyen perde arkasında birisi var. Elbette ve herhalde, o gaybî Zât’ın yanında en sevgili mahlûku ve en doğru abdi ve O’nun mezkûr maksadlarına tam hizmet ederek, hilkat-i kâinatın tılsımını ve muammasını hall ve keşfeden ve dâima o Hâlıkının nâmına hareket eden ve O’ndan istimdâd eden ve muvaffakıyet isteyen ve O’nun tarafından imdâda ve tevfike mazhar olan ve Muhammed-i Kureyşî denilen bu Zât olacak. (A.S.M.)...
Hem aklına dedi: Mâdem bu mezkûr dokuz hakîkatlar bu Zât’ın sıdkına şehâdet ederler; elbette bu âdem, benî-âdem’in medâr-ı şerefi ve bu âlemin medâr-ı iftiharıdır. Ve O’na “Fahr-i Âlem” ve “Şeref-i Benî-Âdem” denilmesi pek lâyıktır ve O’nun elinde bulunan ferman-ı Rahman olan Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyân’ın haşmet-i saltanat-ı ma’nevîyesinin nısf-ı arzı istilası ve şahsî kemâlâtı ve yüksek hasletleri gösteriyor ki; bu âlemde en mühim Zât budur, Hâlıkımız hakkında en mühim söz O’nundur.