(Hâşiye)
Eğer bize hükmeden bir Hakîm-i Mutlak ve Kadîr-i Mutlak ve Alîm-i Mutlak olmazsa, intizamımız bozulur, nizamımız karışır.”
Sonra o müddeî, onda da me’yus oldu. Bir insanın bedenine rast gelir. Yine kör tabiat ve serseri felsefe lîsanı ile tabiiyyunun dedikleri gibi der ki: “Sen benimsin. Seni yapan benim. Veya sende hissem var.” Cevaben o beden-i insanî, hakîkat ve hikmet diliyle ve intizamının lîsan-ı hâliyle der ki:
---------------------------
(Hâşiye): Sâni-i Hakîm, beden-i insanı gâyet muntazam bir şehir hükmünde halketmiştir.
Damarların bir kısmı, telgraf ve telefon vazifesini görür. Bir kısmı da, çeşmelerin boruları hükmünde, âb-ı hayat olan kanın cevelanına medârdırlar. Kan ise, içinde iki kısım küreyvât halkedilmiş. Bir kısmı küreyvât-ı hamra ta’bir edilir ki, bedenin hüceyrelerine erzak dağıtıyor ve bir kanun-u İlâhî ile hüceyrelere erzak yetiştiriyor (tüccar ve erzak me’murları gibi). Diğer kısmı küreyvât-ı beyzadırlar ki; ötekilere nisbeten ekalliyettedirler. Vazifeleri, hastalık gibi düşmanlara karşı asker gibi müdafaadır ki, ne vakit müdafaaya girseler Mevlevî gibi iki hareket-i devriye ile sür’atli bir vazi-yet-i acibe alırlar. Kanın hey’et-i mecmûası ise; iki vazife-i umûmîyesi var. Biri: Bedendeki hüceyratın tahribâtını tamir etmek. Diğeri: Hüceyratın enkazlarını toplayıp, bedeni temizlemektir. Evride ve şerayin nâmında iki kısım damarlar var ki: Biri safi kanı getirir, dağıtır, safi kanın mecralarıdır. Diğer kısmı; enkazı toplayan bulanık kanın mecrasıdır ki, şu ikinci ise kanı “Ree” denilen nefesin geldiği yere getirirler.
Sâni-i Hakîm, havada iki unsur halketmiştir. Biri azot, biri müvellid-ül humuza. Müvellid-ül humuza ise nefes içinde kana temas ettiği vakit, kanı telvis eden karbon unsur-u kesifini kehribar gibi kendine çeker. İkisi imtizac eder. Buharî hâmız-ı karbon denilen (semli havâî) bir maddeye inkılâb ettirir. Hem hararet-i gariziyeyi te’min eder, hem kanı tasfiye eder. Çünkü: Sâni-i Hakîm, fenn-i Kimya’da aşk-ı kimyevî ta’bir edilen bir münâsebet-i şedideyi müvellid-ül humuza ile karbona vermiş ki; o iki unsur birbirine yakın olduğu vakit, o kanun-u İlâhî ile o iki unsur imtizac ederler. Fennen sâbittir ki; imtizacdan hararet hasıl olur. Çünkü: İmtizac, bir nev’i ihtiraktır. Şu sırrın hikmeti şudur ki: O iki unsurun herbirisinin zerrelerinin ayrı ayrı hareketleri var. İmtizac vaktinde her iki zerre, yâni onun zerresi bunun zerresiyle imtizac eder, birtek hareketle hareket eder. Bir hareket muallak kalır. Çünkü: İmtizacdan evvel iki hareket idi; şimdi iki zerre bir oldu, her iki zerre bir zerre hükmünde bir hareket aldı. Diğer hareket, Sâni-i Hakîm’in bir kanunu ile hararete inkılâb eder. Zâten “hareket, harareti tevlid eder” bir kanun-u mukarreredir. İşte bu sırra binâen beden-i insanîdeki hararet-i gariziyye, bu imtizac-ı kimyeviye ile te’min edildiği gibi, kandaki karbon alındığı için kan dahi safi olur. İşte nefes dâhile girdiği vakit, vücûdun hem âb-ı hayatını temizliyor, hem nâr-ı hayatı iş’al ediyor. Çıktığı vakit ağızda mu’cizat-ı kudret-i İlâhîye olan kelime meyvelerini veriyor...