Evet herbirimiz kudret-i Vâhid-i Ehad’in birer mu’cizesi ve şecere-i hilkatin birer muntazam meyvesi ve vahdâniyetin birer münevver bürhanı ve melâikelerin birer menzili, birer tayyaresi, birer mescidi ve avâlim-i ulviyenin birer lâmbası, birer Güneşi ve saltanat-ı Rubûbiyyetin birer şahidi ve feza-yı âlemin birer zîneti, birer kasrı, birer çiçeği ve semâ denizinin birer nurânî balığı ve gökyüzünün birer güzel gözü (Hâşiye-1) olduğumuz gibi, hey’et-i mecmû-amızda sükûnet içinde bir sükût ve hikmet içinde bir hareket ve haşmet içinde bir zînet ve intizam içinde bir hüsn-ü hilkat ve mevzuniyet içinde bir kemâl-i san’at bulunduğundan Sâni-i Zülcelâlimizi, nihayetsiz diller ile Vahdetini, Ehadiyetini, Samediyetini ve evsâf-ı cemâl ve celâl ve kemâlini bütün kâinata i’lân ettiğimiz halde, bizim gibi nihayet derecede sâfi, temiz, muti’, müsahhar hizmetkârları, karmakarışıklık ve intizamsızlık ve vazifesizlik, hatta sâhibsizlik ile ittiham ettiğinden tokata müstehaksın.” der. O müddeînin yüzüne recm-i şeytan gibi, bir yıldız öyle bir tokat vurur ki, yıldızlardan tâ Cehennemin di-bine onu atar. Ve beraberinde olan tabiatı (Hâşiye-2) evham derelerine ve tesâdüfü, adem kuyusuna ve şerikleri, imtina’ ve muhâliyet zulümatına ve din aleyhindeki felsefeyi, esfel-i safilînin dibine atar. Bütün yıldızlarla beraber o yıldız
ferman-ı kudsîsini okuyorlar. Ve “Sinek kanadından tut, tâ semavât kandil-lerine kadar, bir sinek kanadı kadar şerike yer yoktur ki, parmak karıştırsın” diye i’lân ederler.
-------------------
(Hâşiye-1): Cenâb-ı Hakk’ın acâib-i masnûatına bakıp, temâşâ edip ve ettiren işâretleriz. Yâni: Semavât, hadsiz gözlerle zemîndeki acâib-i san’at-ı İlâhîyyeyi temâşâ eder gibi görünüyor. Semânın melâikeleri gibi, yıldızlar dahi mahşer-i acâib ve garâib olan arza bakıyorlar ve zîşuurları dikkatle bak-tırıyorlar, demektir.
(Hâşiye-2): Fakat, sukûttan sonra tabiat tevbe etti. Hakîki vazifesi, te’sir ve fiil olmadığını, belki kabul ve infi’âl olduğunu anladı. Ve kendisi Kader-i İlâhînin bir nevi defteri -fakat tebeddül ve tegayyüre kabil bir defteri- ve Kud-ret-i Rabbânîyyenin bir nevi proğramı ve Kadîr-i Zülcelâl’in bir nevi fıtrî şerîatı ve bir nevi mecmûa-i kavânini olduğunu bildi. Kemâl-i acz ve inkıyâd ile vazife-i ubûdiyyetini takındı. Ve fıtrat-ı İlâhîyye ve san’at-ı Rabbânîyye ismini aldı...