Her günde, her senede, her asırda, yeniden yeniye îcad ettiği hadsiz masnûatı, nihayetsiz kudretine nihayetsiz lîsanlarla şehâdet ederler. İşte şu kelime dahi şöyle müjde eder. Der ki:
Ey insan! Yaptığın hizmet, ettiğin ubûdiyet boşuboşuna gitmez. Bir dâr-ı mükâfat, bir mahall-i saadet senin için ihzâr edilmiştir. Senin şu fâni dünyana bedel, bâkî bir Cennet seni bekler. İbâdet ettiğin ve tanıdığın Hâlık-ı Zülcelâl’in va’dine îman ve i’timad et. O’na va’dinde hulfetmek muhâldir. Kudretinde hiçbir cihetle noksaniyet yoktur. İşlerine, acz müdâhale edemez. Senin küçük bahçeni halk ettiği gibi, Cennet’i dahi senin için halk edebilir ve halk etmiş ve sana va’d etmiş. Ve va’dettiği için, elbette seni onun içine alacak.
Mâdem bilmüşahede görüyoruz: Her senede, yer yüzünde, hayvânât ve nebâtâtın üç yüz binden ziyâde enva’larını ve milletlerini, kemâl-i intizam ve mîzan ile, kemâl-i sür’at ve suhûletle haşr edip, neşreder. Elbette böyle bir Kadîr-i Zülcelâl, va’dini yerine getirmeye muktedirdir. Hem mâdem her senede, öyle bir Kadîr-i Mutlak, haşrin ve Cennet’in nümûnelerini binler tarzda îcad ediyor. Hem mâdem bütün semâvî fermanları ile saadet-i ebediyeyi va’d edip, Cennet’i müjde veriyor.
Hem mâdem bütün icraatı ve şuunatı hak ve hakîkattır ve sıdk ve ciddiyetledir. Hem mâdem âsârının şehâdetiyle, bütün kemâlât, O’nun nihayetsiz kemâline delâlet ve şehâdet eder. Ve hiçbir cihette naks ve kusur O’nda yoktur. Hem mâdem hulf-ül va’d ve hilaf ve kizb ve aldatmak, en çirkin bir haslet ve naks ve kusurdur. Elbette ve elbette; O Kadîr-i Zülcelâl, O Hakîm-i Zülkemâl, O Rahîm-i Zülcemâl va’dini yerine getirecek; saadet-i ebediye kapısını açacak, Âdem babanızın vatan-ı aslîsi olan Cennet’e sizleri ey ehl-i îman idhal edecektir.
ONBİRİNCİ KELİME: Yâni: Ticaret ve me’muriyet için, mühim vazifelerle bu dâr-ı imtihan olan dünyaya gönderilen insanlar; ticaretlerini yapıp, vazifelerini bitirip ve hizmetlerini itmam ettikten sonra, yine onları gönderen Hâlık-ı Zülcelâline dönecekler ve Mevlâ-yı Kerîm’lerine kavuşacaklar. Yâni, bu dâr-ı fâniden gidip dâr-ı bâkîde huzur-u kibriyaya müşerref olacaklar. Yâni, esbâb dağdağasından ve vesaitin karanlık perdelerinden kurtulup,