Şu kelime, şöyle şifalı bir müjde veriyor ve diyor: Ey insan! Sen kendini, kendine mâlik sayma. Çünkü, sen kendini idare edemezsin, o yük ağırdır. Kendi başına muhafaza edemezsin, belâlardan sakınıp, levazımatını yerine getiremezsin. Öyle ise beyhûde ızdıraba düşüp azab çekme, mülk başkasınındır. O Mâlik, hem Kadîr’dir, hem Rahîm’dir; kudretine istinâd et, rahmetini ittiham etme. Kederi bırak, keyfini çek. Zahmeti at, safâyı bul...
Hem der ki: Ma’nen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perîşaniyetinden müteessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat, bir Kadîr-i Rahîm’in mülküdür. Mülkü sâhibine teslim et, O’na bırak.. cefasını değil, safâsını çek. O hem Hakîm’dir, hem Rahîm’dir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi “Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler” de, pencerelerden seyret, içlerine girme.
BEŞİNCİ KELİME:Yâni: Hamd ve senâ, medih ve minnet O’na mahsustur, O’na lâyıktır. Demek ni’metler O’nundur ve O’nun hazinesinden çıkar. Hazine ise, dâimîdir. İşte şu kelime, şöyle müjde verip diyor ki: Ey insan! Ni’metin zevâlinden elem çekme. Çünkü rahmet hazinesi tükenmez. Ve lezzetin zevâlini düşünüp, o elemden feryâd etme. Çünkü, o ni’met meyvesi, bir rahmet-i bînihayenin semeresidir. Ağacı bâkî ise, meyve gitse de yerine gelen var. Ni’metin lezzeti içinde, o lezzetten yüz derece daha ziyâde lezzetli bir iltifat-ı rahmeti hamd ile düşünüp, lezzeti birden yüz derece yapabilirsin. Nasılki bir pâdişâh-ı zîşanın sana hediye ettiği bir elma lezzeti içinde yüz belki bin elmanın lezzetinin fevkinde, bir iltifat-ı şâhâne lezzetini sana ihsas ve ihsân eder. Öyle de:
kelimesiyle, yâni hamd ve şükür ile; yâni ni’metten in’âmı hissetmekle, yâni Mün’imi tanımakla ve in’amı düşünmekle, yâni O’nun rahmetinin iltifatını ve şefkatinin teveccühünü ve in’amının devamını düşünmekle; ni’metten bin derece daha leziz, ma’nevî bir lezzet kapısını sana açar.
ALTINCI KELİME: Yâni: Hayatı veren O’dur.